31 Aralık 2010 Cuma

sen, ben birde aşk...

"seni bekleyen bendim oysa
bin yıllardır kurduğum tuzağın başında
korkunç bir sabır
ve
korkunç bir iştahla"

beyaz bir gemi düşlüyorum,
martı kanatlarından
mavi yolculuklara,
sen,
ben,
birde
aşk...
susadıkça
güneş içsek diyorum,
acıkınca
şarkı söylesek,
üşüyünce
ay ışığı örtsek üzerimize,
bağlasak gözlerini yıldızların,
yakamozlardan saklansak;
utansak...
...
kaçıncı gün yalnızlığıdır bu
kaçıncı hafta,
ay,
yıl?
...
avuç içlerimde kocaman boşluklar
yüzüme sürsem
yüzüm düşecek
boğulacak dün kondurduğun gülüş
yanağımdaki öpüş izi boğulacak
ve
ben
hanidir
yıkamıyorum yüzümü,
kaç asır oldu
bilmiyorum...
...
küs koyuyorsun adını
sus oluyorsun
kuruyor saksılardaki cümle çiçekler
sabahlar ölü kuşlara uyanıyor,
nerede
ne kadar
bulut varsa
gözlerime doluyor
arsızı oluyorum
hüzün gürültülü
sağanakların,
biliyorsun
korkuyorum...
...
sevgili,
hiç bir çocuk memeyi sevmedi,
sevmedi annesinin ak sütünü benim seni sevdiğim kadar
ve
sevgili
hiç bir tohumda
benim sana açma iştahım kadar iştah olmadı
ne bileyim sevgili
bir yorguna demli çay
ya da
bir mahkumun beraati
ya da
cennet müjdesi gülüşün deli bir dervişe
sayki
sona erişidir çileli bekleyişlerin...
diyorum ki
tanrı olup gözüksen
hadi geçelim onu
daha demin uyuttuğun uykumda
rüyama gelsen...
...
bir yağmur damlası düşüyor avucuma
geç,
biliyorum
zaten ben hep geç kalmışım ya...
hani dedim ya sana,
"sen gelesiye kadar bende sana yağmur taneleri birikitireceğim"
bir damla sevgili
bir damla
ama
içinde nuh'lar boğulan...
...
çöpçüleri düşündüm bu an
ne kadarda umarsız
oysa süpürdüğü izmaritin en köküne saklamıştım seni
ağzımdan bir rüzgarın kopartıp götürdüğü
ve
kırılası ellerimi
üşüdü diye cebime soktuğum,
seni tutamadığım...
çöpçü,
nasılda süpürdü?
ayaklarıma kızdım koşmadı diye!
/kaç saatlik yoldu ki altı-üstü?/
çöpcüyü vurasım var
seni ayıklayıp hazandan
koynuma sokasım var...
...
şimdi
gel
düşüme katıl
ben,
beyaz bir gemi düşlüyorum,
martı kanatlarından
mavi yolculuklara,
sen,
ben,
birde
aşk...
...
a&m

27 Aralık 2010 Pazartesi

ayak izlerini topla gidişimin...

hadi,
ben gideyim,
geldiğim tüm yollardan geri...

peki,
kim sever seni benim sevdiğim kadar?
alnındaki çizgiler,
gözlerinin yanında oluşan kaz ayakları kimi üzer?
kimin canı yanar yaralarını kopardığında,
kim kanar?
kime alışkanlık yapar gece ürpertilerin
kim kalkıp sana sarılır gibi sarılır kendisine,
kim korkar şimdi korkacak diye?
ellerini kim öper senin,
kim bakmaya cesaret edemez gözlerine,
kim bakınca yüzüne bulut olup boşalır?
kim keşfeder senin deniz kokunu yeniden
kim martılar kondurur saçlarının içine,
kim yakamoz ıpıltısı diye öper uçlarından?
yemek yerken,
su içerken
hatta dokunurken bir çiçeğe,
kızarmış bir sarmaşık yaprağına bakarken
yoksun diye o anda
kim kahreder kendini?
...
ay ışığı adına and olsunki hiç kimse!
hiç kimse
ne takvimlerini yırtar
ne saatlerini kırar
ve
hiç kimse
hiç bir şeyden vazgeçmez senin için
benim geçtiğim kadar...
...
şimdi düşleki bir evdesin
düşleki sabahtır
düşleki kar yağmış geceden
düşleki
yorgun bir ateşin külleriyim...
perdeyi aç
dışarı bak
benim ayak izlerim
ve
düşün
her sabah
gün doğmadan önce
kim hazır olda bekleyecek yüzüne bakmak için
ve
duymak için sesini hiç kimseler duymazdan...
...
kar yağmaya başladı
ayaklarımı bağla,
ayak izlerini topla gidişimin
ateşimi yeniden harla
ve
yak
senden gidecek ne varsa...
...
a&m

24 Aralık 2010 Cuma

yemin

cam kırıldı içimde
canıma battı
canın acımadımı?

sevgilim...
ne denir bu demde,
ne söylesem inanırsın?
tanrı diyesim var
ama
o ikimizede adaletsiz davrandı,
buz gibi üveydik ikimizde,
onun kulu olamadık hiç!
bulut desem sevgili,
ay desem,
güneş desem?
desemki sevgili
sonbahar...
desemki
son yaprak,
desemki
sana tutunduğum parmaklarım...
desemki
kırık kanatlarım hakkı,
sana düşmüş yorgunluğum hakkı sevgili,
senin mor çiçeklerin hakkı...
ela hüzünlerin hakkı sevgili,
gamzen hakkı,
içini cesaret edip okuyamadığım gözün hakkı,
baktığımda ağladığım yüzün hakkı...
senden
başkasını
sevmedim sevgili...
...
a&m

21 Aralık 2010 Salı

seni sevmek

ben
çocuktum
sana
vurulduğumda;
sen adlı kavganın gözü karası!
derin bir iz olup düştüğünde
şahdamarıma
çocuktum...
ve
ben
bir bıçak izi gibi taşıyacağım seni
nefes aldıkça,
gururla!

sensiz zaman
soğuk yazıyor takvimlere
mevsimler hep zemheri
yol kesen makamında esiyor tipiler
çığ oluyor çığlıklarım dağlarında
inkar ediyor geçitler kendini!
dönüp kendi izimi yiyorum
geri dönmeyeyim için,
dönüp gitmeyeyim için,
senden caymayayım için!
hiç bir güneşin hükmü geçmiyor içime
tüm ateşler ayaz rengi...
atkımı,
eldivenlerimi yakıyorum,
parkamı,
postallarımı...
yalın yürek
vuruyorum kendimi senin yoluna
etlerim yapışıyor buzlara;
deri deri soyup tüketiyorum
kopuyorum tırnak tırnak
parmak parmak kalıyorum
ama
ben
yinede
inatla!...
ellerimde mor bir sevda
ve
seni sevmek
kızgın bir demiri öpmek tadında
dağlansada dudaklarım
ben
gözlerimi yummadan
öpüyorum adını...
şen şakrak türküler söylüyor çocuklar dudaklarımda
morarmış ellerimde alkış tutuyorlar
kesilmiş ayaklarımda
en aymaz oyunlar...
mistik birer hikaye oluyorum
şehrazad'lar dilinde
binbir gecelere...
asla
ve
asla
"ah" olmuyor adın
günah asla!
...
bir kavgadır seni sevmek
varlığında yanmak kadar
donmaktır yokluğunda...
...
tuz gibi
sevmek seni
yangına vurgun olmak,
gelmeyişlerin bir kuraklık ki...
hani
öpüşlerin
kelimelerinde dudaklarımı
yedi düvel yağmur kesilmem...
bir başkadır sevmek seni
bir başka kavgadır
bir başka acı
bir başka sabır...
...
nefes almak gibi bir şey seni sevmek
bu yüzdendir
tutuyorum seni içimde...
...
a&m

17 Aralık 2010 Cuma

ağlama

ağlayınca
gözlerinde bebekler
hıçkırıklar içinde,
yağmurlar bana mahkeme kurar,
gri bulutlara asılma olur hükmüm,
ağlama...

canım çekiliyor...
bu gün yağmur yağdı burada,
sen
ağladın
ben
günahlarımı vaftiz ettim tuzlu sularda,
canını yaktım;
canımı...
yağmur
halen yağıyor
bir damla yağmur korkuyor gözlerimin içinde
ben korkuyorum
ağlama
ağlama
ağlama
yetişsin ıslandığım
üşüdüğüm yetişsin
ellerini
gözlerine vurma
canım yanıyor
tuzlu sularında...
hatırlarmısın
bir karanlıktı,
bir ayışığı
pencereden içeri
ben ellerin olmuştum bir anda
oyunlar oynamıştık
gölgelerle
duvarda...
duvarlarda
ellerim
ellerin olmuştu
vurma gözyaşlarına
canım yanıyor,
ağlama...
...
yağmur yağıyor
binlerce sicim sallanıyor aşağı
ve
herbirinin ucunda bir hüzün
yüreğime iniyor
ağlama...
...
nedir ağrıtan bizi,
kanatan
en iflah olmaz yaralarla
bu
yüreğimizdeki frengi delikleri nedir?
"acı" dersen
"tarih kadar eski" der şiirler
alışılmalımı,
çok tanıdıkmı gelmeli?
ya reddetmek
ya restini görmek hayatın
ver yansın! demek ya?
ağlama,
al parmaklarımı
çak hüznüne
tutuşsun düyna
vur
yansın!
...
ela bir yalnızlığa eş oluyorum gözlerinde
hüznünü öpüyorum
hadi
ağlama...
seni çok seviyorum...

14 Aralık 2010 Salı

yaşam kurşun gibi ağır...

kızıl kanımızda başlayan çürük;
hiç kimsenin hiç bir şeyi olmamak,
umursanmamak,
unutulmak,
sadece akılların bodrum katında küflenmiş bir hikaye olmak...

ve
hayattı akıp giden
parmaklarımızın arasından,
kısacık bir ırmaktı,
biz sonsuz sandık,
umursamadık...
farzetmekten ibaretti herşey
herşey ertelemekle geçti
kocaman ve dipsiz bir torbaydı yarın,
içine geleceğe dair ne varsa tıka basa doldurduğumuz,
çöpe attığımız sonra...
son baharımızda
dalımıza takılı kalan son yaprağımıza umut bağladık
henüz sarıya tam dönmeden daha...
hangimiz yaprak,
hangimiz son güneş?
...
ne güzel seyrederiz kızıla çalan yaprakların soğuk yangınlarını / öykülerini bilmeden...
bizide öylemi severler; uzaktan kızarmış son rengine bakarak ömrümüzün,
sevip sevip giderlermi önümüzdeki kışla başbaşa bırakarak?
herkes çekilince başlayan rüzgar,
her sabahında ömrümüzün parmaklarını sızlatan kırağı
küsmelerimiz
ve
bir sabah bizi terkeden dal
sonra
kızıl kanımızda başlayan çürük;
hiç kimsenin hiç bir şeyi olmamak,
umursanmamak,
unutulmak,
sadece akılların bodrum katında küflenmiş bir hikaye olmak
ve
bir ilkindide
hiç tanımadığımız bir imamın
inanmadığımız dilde okuduğu sal'a
ve
herkesin riyakarlığı bir daha ;"iyi bilirdik"
aslında
iyi bilen bizdik
ve
kötü yanılan!
/hangi anne gelip yıkar yüreğimizin kanayan dizlerini bu son düşüşte,
uyuduğu uykudan?/
...
oysa
ne kelebekler konup konup geçmişti üzerimize,
ne güzel şarkılar söylemişti aşkın binbir dilinde yaz böcekleri...
biz her güneşte daha rengarenk
her geçen gün dahada güzel...
ne güzel inanmıştık
kendimizi kandırmıştık yada...
...
kelebeklerin, böceklerin, günlerin, güneşin,ayın, yıldızların ve hatta yağmurların bile sadece an'lık heveslerinin kasıklarındaki edepsiz sancı dinene kadarmıydı sevildiğimiz?
ya bizi hiç bırakmamasına köklerimize sarılan, yalvaran,ağlayan toprağa ne demeli?
...
birden farkederiz ki
çekip gitmiştir rüzgarlar,
uçurtmalarımızın en son gayreti asılı kalmıştır havada
son bir umutla
ve
yaşam kurşun gibi ağır...
...
sevme demidir şimdi
son yaprağın dalına
dalın gövdesine
gövdenin köküne
kökün toprağına sımsıkı sarılma demi
ve
hiç bırakmamak tuttuğumuz elleri...
...
o ağaçlarını hatırlıyorum
benim yanlış okuduğum...
nede güzel paylaşmışlar yaşamı
nede güzel karşı durmuşlar
ne güzel bir isyandır bu?
...
son yola çıkışımızdır farkındamısın?
tüm limanlar başkalarına,
başka bekleyişlere satılmış,
artık hiç bir gemiyi bekleyemeyeceğiz
ve
içinde bulunduğumuz tufan...
ben yüzme bilmem
kulaçların kulaçlarım olsun
nefesin nefesim
kurtar bizi bu karanlık sulardan...
...
a&m
görsel:nehir / n.u

12 Aralık 2010 Pazar

uyan, yıldız topla sar yarama

uyan,
buğulu camlarda adın akmadan...

camlara bakıyorum
gözleri dolmuş
dokunsam akacaklar
yinede
adını yazıyorum,
ağlıyorlar...
saymadım
kaçıncı sabahtır bu
sensiz
sessiz
ve
ben
çaresiz...
saymadım çaresizliğimi
parmaklarımı sende unutmuşum
sayamadım,
korkuyorum her sensizlikte yüreğime attığım çentiklere bakmaktan,
çoğaldıklarından korkuyorum,
gittikçe çoğalacaklarından...
...
bu gün hava kapalı, sen uyuyorsun ve güneş doğmayacak... ben her sabah güneşten önce seni görmek için gözlerini açışına hazırol'da durduğum gibi bu gün duramıyorum ve küsüm yokluğuna!
uyu istersen, derin bir rüyaya dal ve ben olayım rüyanda ve öyle uzun sürsünki bu rüya "aman sabahlar olmasın!"
uyu,
ben gelesiye kadar açılmasın penceresi gözlerinin, perdesi açılmasın ve içeri sızmasın tek bir gün ışığı, demir kapılar olsun kirpiklerin...
...
şimdi,
bu demde bir bulut olmak vardı
başkaldırıp rüzgarlara
yolumu sana çizmek
yağmak kızıl güllerinin üstüne!
uykunun orta yerinde
yağmur sesi olmak vardı
damla damla
pencerende...
...
dilimin ucunda adın
çeviremiyorum
bir kuş gibi çırpınıyorsun
tutuklumsun,
tutkumsun...
yutkunsam uçup gideceksin dişlerimin arasından,
dilim
dudağım öksüz kalacak
boğazımın kuruluğunu adının suları ile dindiriyorum,
dolup taşıyorsun
akıyorsun;
iki taraftan iki deli nehir gibi göğüs uçlarımdan aşağı
mezopotamya oluyor sol göğsümün senli yeri
yokluğun kadar çorak
varlığın kadar bereketli...
"böyle bir sevmek görülmemiştir" diyor bir şarkının bir dizesi, gözlerimin pusu ile onaylıyorum...
...
cam kırılıyor bir yerlerde
can diyorum
canım diyorum
canım yanıyor
sarsak bir sabaha karşıda
bir kez daha seni özlemenin en can alıcı yerini geçtim derken vuruluyorum...
uyan,
yaralıyım,
kanıyorum...
bırak uyu dediklerimi,
ben gelesiye bekle dediğimi bırak,
uyan,
yıldız topla sar yarama...
sabah olmadan,
yıldızlar solmadan,
ben ölmeden ağır aşk kaybından,
uyan...
uyan,
buğulu camlarda adın akmadan...
...
a&m

11 Aralık 2010 Cumartesi

kavgaya ve sana dair

sınırları uçsuz bucaksız
kardeşliği sonsuz
o
uzaktaki güzel insanlar ülkesine gitmek için vurduğumda yüreğimi omzuma
daha onyedi bile değildi yaşım,
sürgüne o günden yazılmış adım...

hep,
sekiz, on adım gerindeydim senin,
izlerini takip ediyordum
ve
imkansızdı zaman denen aralığın kapanması
yinede
peşinde
o
ufacık ayak izinde...
birinde istasyonun duvarına yazı yazarken gece
bir yandan devriyeleri gözetlerken,
bir yandan pusu
bir yandan
ölüm korkusu
ve
gençlik heyecanı işte
senin adını yazmıştım kan kırmızı
ve
kocaman harflerle,
umudumdun...
yine birinde
ankarada
zafer çarşısında
korsan birer bilidiriydi sana yazdığım mektuplar ve şiirler,
görmeliydin yakalandığımda bendeki o gururu
ağzı dolu küfrettiğimde zalime
sen
ne bileyim
belkide bir dağında tuncelinin
erzincanda belkide
izmir yada
yada bursa...
bir yerlerde işte
habersiz benden
sevdamdın...
vurulduğumda;
delindiğinde sol sırtım
yürek yürek oyulup,
ciğer ciğer dağıldığımda,
ak karlar üzerinde
al gelincikler açtırdığında kanım
soluğum hızlanıp
gözlerim kapanırken
ellerin olsun istedim
gözlerimin üstünde
sen
dedim ya
bilmem hangi coğrafyada...
...
senin
hiç
haberin
olmadı...
...
dem
intihar demiydi
acıya çalıyordu yalnızlık
ve
buruktu herşeyin tadı...
bit pazarında
kendine ip ararken boynum
pazarlığa tutuşmuşken ikinci el tezgahlarda
üç aşağı
beş yukarı,
nasılda sevinmişti ömrüm
nasılda sevmişti
bu köhne hayatın terkini
bayramlık elbise alan çocuk gibiydi...
...
sonra sen
onca kalabalığın içinden
ince bir tebessüm
ve
ağız dolusu bir selam
...
ahhh
haritamın bulunmazı
kaç pusula ihanet etti bana sana gelen yollarda
kaç çığ düştü yoluma
tam elimi uzatıp yakalayacağımda...
kaç soğukta dondum,
kaç tipide boğuldum...
yıldırımlarla vuruldum kaç kez
kaç kez şimşeklerle yandım
ıslandığım hiç geçmedi
ve
hiç bir güneşe asmadım kendimi!
...
evet,
sen;
son anda gelen;
saklım,
gizlim,
yasaklım...
hiç bırakma beni
bir dağ gibi dur arkamda her zaman
dik
ve
vakur...
bil ki
sensizlik yaman!
...
"başını omuzuma yasla
gögsümde taşıyayım seni
gövdem gövdene
gövden gövdeme can olsun" /a.kaya
...
a&m

9 Aralık 2010 Perşembe

adım ölü bir deniz feneri

bir kez daha
ölü doğuyorum gecenin ellerine
adım;
ölü bir deniz feneri konuyor

güneş
sessizce
denize düşüyor,
genizlerde
ağır yosun kokusu...
kuşlar sanki
hiç gelmemişler gibi...
hava gittikçe kararıyor
ve
ben
ıssızlaşıyorum...
lacivert bir korku
griye dönüşüyor gözlerimde,
korku ıslanıyor korkudan
kaçıp korkumdan
korkuna sığınıyorum
korkular içinde
dört yanım korku!
ellerimi sokacak bir koynum bile yok...
neden çalkantılı bu deniz,
bu fırtınayı kim yarattı,
sonu gelmeyecekmi bu dalgaların,
sabrı
daha kaç bin yıl sürecek kayaların?
taşlar çatlıyor göğsümde...
...
kaçsam
firarımı verseler bu akşam
yok yazsalar yoklama defterlerine
ve dahi karalansa adım,
silinse kaydım
bu hayattan...
...
kaçıncı suskunluğun öncesidir bu
kaçıncı deprem korkusu?
suskunsun sen
ve
kudurmuş deniz
ve
sesi ölmüş kuşların
havada çürük kokusu...
...
yıldızlar birer birer vuruluyor,
içimde bir gök yüzü tenhalaşıyor;
lacivert bir korku
griye dönüşüyor...
bir kez daha
ölü doğuyorum gecenin ellerine
adım;
ölü bir deniz feneri konuyor
kulağıma korkular fısıldanarak...
...
hadi
gel
uyandır beni bu kâbustan
yine
sesini duyarak başlayayım güne
ilk sana günaydın diyeyim
sonra balkondaki kediye,
bahçedeki çiçeğe
incir ağacına hatta
hatta
girişteki şımarık güllerin dikenlerine...
hadi
gel
uyandır beni bu kâbustan;
umudun ellerine doğur
umutlu ellerine...
kulağıma sevgi oku
adımı aşk koy yeniden
ve
ben
öpeyim seni
en bahar yerlerinden...
...
a&m

2 Aralık 2010 Perşembe

kalbi kırık madonna

"Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya başlıyorduk"
sabahattin ali

bir anda oldu herşey,
bir anda buldum hayatımda kaybettiğim ne varsa,
uçurtmam,
topacım,
misketlerim,
kuşlarım,
ateş böceklerim...
neyim varsa dünde kalan hepsi sendedir, senin yüreğinin cebinde,
hatta çok sevdiğim; mavi, omzu beyaz kazağımda sendedir, eldivenlerim ve kapıdan kaybolan o siyah sümerbank ayakkabımın teki bile sende...
bir gece salıncağımı alıp gittiğinide unuttum sanma,
bahçe kapısının arkasına sakladığım meşin topumu...
...
sahi,
ben
nerede kaybetmiştim seni?
o şehir
her sönen ışıkta üzerime şarjörlerini boşalttığında yanımdaydın,
yanında vuruldum,
bahtına düştüm!
ağır düş kaybından şuurunu keybettiğinde yüreğim
ellerindeydi ellerim...
çok iyi hatırlıyorum,
beni diri tutmaya çalışıyordun;
suni tenefüsler yapıyordun direncime
sevgi fısıldayarak...
çok iyi hatırlıyorum,
şiirlerde acil aşk anonsaları yapıldığında ilk sen koşmuştun,
gülümsetmiştin,
kendimden geçirmiştin...
sonrasını
anımsamıyorum...
...
bir otobüste gitmişti
şehla bir çocuk bakışı,
yüzündeki gamze,
gözlerindeki o ela hüzün
bir gece
sessizce
bir otobüste...
içimden
bir kuş havalanmıştı
uyandığımda,
kaç bin yıl önceydi
hatırlamıyorum...
...
sen
yoktun;
bir varmış
bir yokmuş olmuştun
tüm masalların başında
ve
ben
hiç bir masala inanmadım
o günden sonra!
...
gözlerimi kırlangıçlara verdim
peşinde yedi iklim!
hallaç oldum dünyaya
çırpıp düne attım
zamanı
kaç bin yıl inledi yayımda
kaç bin yıl toza karıştı
bulamadım!
biliyordum
sen
en içli şarkıların sözlerinde saklanmıştın
ama
ben
laldım...
...
son
bahar mevsiminden geçerken gördüm,
hüznünden tanıdım seni...
her uyandığında,
güldüğünde güneşe,
umut ettiğinde,
kırılmış sürgün/üm,
yüzde gülüş yarım kalmış...
/bilmezmiydin,
sen
hoyrat ellerin harcı değildin/
kokun hiç değişmemiş biliyormusun?
saymazsam sesindeki çatallaşmayı
gözündeki ela kederi saymazsam
ve
ellerime yabancı olmuş saçlarını
sen
o eski sen;
o
evvel zaman içinde kaybettiğim çocuk
halen...
incecik parmaklarınla
renk renk karıştırıp dünyayı,
aradığın benmiyim
sellükaların morunda,
kırık kalpli madonna?
...
bir anda oldu herşey,
bir anda buldum hayatımda kaybettiğim ne varsa,
uçurtmam,
topacım,
misketlerim,
kuşlarım,
ateş böceklerim...
neyim varsa dünde kalan hepsi sendedir, senin yüreğinin cebinde,
hatta çok sevdiğim; mavi, omzu beyaz kazağımda sendedir, eldivenlerim ve kapıdan kaybolan o siyah sümerbank ayakkabımın teki bile sende...
bir gece salıncağımı alıp gittiğinide unuttum sanma,
bahçe kapısının arkasına sakladığım meşin topumu...
...
çocukluğumu buldum,
al çocuk yanımı
kırık yerine sar...
...
hadi
gel
kanatlarımın altına
çevirip zamanı geri
on yedi yaşımıza
hadi
gidelim
kırık kalpli madonna...
...
ve
elbisenden kopardığım iki parça
halen bende
en güzel yerimde...
...
hadi,
kalk gidelim
on yedi yaşımıza
evvel zaman içinden
zamanın sonrasına...
...
kalbi kırık madonna
"aymışam yarı gecede
seni bulmuşam sonradan"
hadi...
...
a&m

30 Kasım 2010 Salı

gece

bir anda kopuyor fırtına,
deniz bir anda kuduruyor,
bir anda büyüyor
sandalların gözleri korkudan...


dün gece
sarhoş bir karanlıktı
körkütüktü
sağa sola çarpıyordu,
bir şeyleri kırıyordu içinde
kanatıyordu,
kanıyordun,
kanıyordum...
ellerim
bir ölü eli kadar soğuk
ve
tarih öncesi kadar uzaktı;
uzak ve soğuk
yaramı/zı saramıyordum...
...
kaçtım
...
dağa vurdum kendimi
ya dağı vuracaktım
ya beni!
...
korktum!
...
pişman bir eşkiyaydım inip dağdan
sığındığımda sesine
ve
sesin
kadife bir gül yaprağı...
...
ellerimle barıştım sonra
öptüm sana dokunan her yerini,
kendimi kucakladım...
gül/dü ellerim sesinde
ve
açıldı,
çiğ düştü gözlerimden içine...
...
sonra
ateş böcekleri
kıyamet gibi,
şarkılar söyleyerek
senin sesinde...
...
şimdi
kapat perdelerini,
ışıklarını söndür
ben geliyorum
avuçlarımda ateş böcekleri...
...
serp odaya
yıldıza kessin her yan
yıldızlar ateş alsın
ve
aşk
yeniden
yeniden
yansın...
...
a&m

29 Kasım 2010 Pazartesi

mor hüzünlü küçük peri

"ben hüzünlü küçük bir periyi biliyorum
...
küçük,
hüzünlü bir peri,
geceleri bir öpücükle ölen
ve
sabahları bir öpücükle yeniden doğacak olan..."
füruğ ferruhzade

takvimler güz diyordu;
yaprakların ağaçlardan birer birer terkini verdiği zamandı
içinde zamanların,
zaman unutulmuşlar zamanıydı,
geç kalanlar,
arkada kalanlar
ve
döne döne
sarıya vurdukca
yapraklar
hüzün diyordu zaman
yüreklere basa basa
hüzün!...
zaman
serin gecelerle sevişmelerde
karnı burnunda sabahlara uyanıyordu;
bulantılara tutuluyordu bulutlar,
ak saçlarına kara düştüğü zamandı...
toprak açtı;
yağmur bekliyordu
korkunç bir iştahla
ve
bir köşede sinmiş bir yalnızlık korkuyordu,
"akıp giderim" diye
ve
zaman
yalnızlık diyordu
inatla!
...
yalnızlık zamanıydı evet,
iliklere kadar üşüten bir ayazdı yalnızlık
ve
gözler hiç bir bekleyişi beklemiyordu artık!
sadece uzaklardan gelip uzaklara giden göç sürüleri içinden geçiyordu gözlerinin
mor hüzünlü küçük perinin...
dedim "ellerin üşüyormu?"
"yok" dedi
oysa
sokak sokak
cadde cadde üşüyordu
bulvarlar ayaz olup üzerine yürüyordu
yalnızlığının şehrinde...
şiir şiir dolduğunun,
şarkı şarkı ağladığının tanığıyım
ve
korkuyordu
birer birer düşen yapraklara bakıp,
hangisine tutunmalıydı?
"korkuyormusun?" dedim
dediki "aştım ben bu dağları"
dediki "okulunu okudum yalnızlığın"
dediki "kitabını yazarım"
dediki
dedi
ama
o peri
içine örterdi pencereleri,
kapıları içine...
bir ben görürdüm,
bir ben bilirdim...
bilirdim,
korkusunda korktum;
yalnızlığında irkildiğim mor hüzünlü küçük perinin...
...
en son göçtü
gözleri dalgın
ve
bakışlarının içinden geçerken
geç kalmış son kırlangıç
"güzz" dedi yüreği
mor hüzünlü küçük perinin
vuruldu kanatlarından
avuçlarına düştü yüreğinin
"aşk" dedi düşerken
"aşk olsun"
...
bir sabah, deniz vaktiydi,
mor hüzünlü küçük perinin hüznünü öptüm morarmış dudaklarından,
saçlarından yalnızlığını,
ürpertilerini alıp koynuma soktum gecelerde,
her sabaha karşı öpen ben oldum
ve
parmaklarına
kırlangıç kondurdum...
...
döne döne
sarıya vurdukca
yapraklar
hüzün diyordu zaman
ama
"aşk" oluyordu
aşk!
herşeye rağmen!
mor hüzünlü küçük periyi yüreğinden öperken...
...
a&m

25 Kasım 2010 Perşembe

sesim üşür...

hükmü yitmiştir
tüm ateşlerin
senden başka...

sesim üşür
evet,
üşür
etim üşür gibi...
...
bir ustura parıltısı olur özlemek seni,
ışıldarsın,
boynuna dayanırsın...
dokunmadan tenine
genzi yakarsın,
/akmadan daha/
kan kokusunda...
korkar ölürüm diye,
kaçar,
mülteci olur
sığınır
gecelere...
buz
ve
keskin bir soğuktur
yalın ayaktır,
eti yapışıp kalır bastığı yerde
potinlerini rehine bırakmıştır,
paltosu hiç olmadı,
kazağı lime lime;
kaç yüz yaşında unuttum,
ellerini buluyor
cepleri yok,
ceplerini buluyor
elleri...
üşür...
...
sana doğru koşar,
soluğunu kesercesine,
kendinden geçercesine,
ölürcesine,
zerdüşt yanı tutar...
adın
mushaf-ı reş'tir,
varlığın
uzakta
uzakta
uzakta bir ateştir...
koşar,
cennete koşar gibi
inançla
ve
iştahla
tanrıyı bulacak gibi...
...
yorulur,
düşer,
kıvrılır bir firavun ölüsü olur
çekip karnına dizlerini...
çırıl çıplaktır
karlar yağar sırtına,
fırtınaya tutulur...
...
evet,
üşür
sesim
yokluğunda...
...
a&m

23 Kasım 2010 Salı

senden sonrası hiç!

"yaprak olur
güze düşer yüreğim
çürür gölgesinden önce
sonrasında hiç!"


"seninle birlikte olmak;
gökyüzünde dans eden sığırcıklar gibi
eşsiz,
soluk kesici,
muhteşem...
esen ufacık bir rüzgarda
dallar kırılıp
dökülünce yaprak gibi sığırcıklar
terkedince çığlık çığlık
bom boş bakan
öksüz bir gökyüzü kalır
senden sonrasına
bizden miras"
...
N.U
...
bir bıçaktır sonrası
değmiştir bin yıllık yaraya
ortalık kan-revandır...
ne gök yüzü o kadar mavi,
ne güneş o kadar turuncu
korkunç bir aydınlıktır...
ay,
sokak ortasında
yatar boylu boyunca;
sırtında bıçak!
yıldızlar vurulmuştur koynunda,
bir garip karanlıktır...
havada
bir asılmış hüzünümüz kalır,
birde
resimlerde
solar yüzümüz...
senden sonra
hiç!
...
ellerimde
bir derin uçurum olur
ellerinin boşluğu
ellerini çekersen eğer...
aşağısı yangın,
aşağısı cehennem,
bıraktığın an
bir kırık kuş kanadıdır zaman,
yüreğim düşer,
düşerim...
dilinden yanarım önce
gitmekten söz edersen,
gidersen
ayak izinden,
gözlerimden yanarım
peşin sıra...
dokunduğun her yerimde
bir sarı kavrulmuşluk
binlerce kor düşer tenimin her milimine
bir yangın sağanağı,
sonrasında hiç!
...
ki
sen beni bulutlarda gezdirdin, elimi uzatıp yıldız toplardım; asmadan üzüm kopartır gibi, ayın altında ellerim tarak olurdu, saçlarını tarardım ve dudakların güneşti, öperdim sıcak sıcak,
öperdim
içim ısınırdı
çözülürdü buzları bin yıllık üşümüşlüğümün...
...
çekme ellerini,
ellerinin boşluğu uçurum olur ellerimde,
yüreğim kırık bir kuş kanadı zamanı
atarım kendimi bulutlarından,
sonrasında hiç!
...
a&m

20 Kasım 2010 Cumartesi

an

yağmur terkediyor şehrimi
bir ay ışığı
lal bir mumu yakıyor
mahkemeler kuruluyor en salaş meyhanelerde
tanığım keman sesleri
ama dinlemiyor hiç bir makam
hükmümü veriyor neyler
tüm kanunlar benim infazım üzre çalıyor,
seni özlediğimi asıyorlar boynuma,
vuruluyorum
şarkıların en can alıcı yerinde

günlerden bu gündü
saatlerden bu saat
anlardan bu an...
yağmur,
sen,
ben;
üçümüz,
birde hüzzam bir şarkı
"bütün kuşlar vefasız"
...
bir dere kenarıydı,
akşamı kırmızıya boyayan sarmaşıklarda dokunmuştuk bir birimize
sar
m/a
şık
bir ince hüzündü...
okul kaçağıydık,
yok yazılırdı defterlere adımız
ve
ben
açtım,
bağırasım vardı
çocuklar gibi
avaz avaz
utanmak nedir bilmeden,
seninse ellerin vardı
ve
hazırdı
kapamaya ağzımı...
/leylaklar kopartıp atardım suya,
dolanıp sana gelirdi...
sendeydi her suyun,
sendeydi her yolun
başlayışı
ve
bitişi
herşey sende başlar
herşey sende biterdi...
uzun bir deresin avuçlarımda;
kader çizgimsin
bazende keder.../
şaraba itekledim,
çakır keyif ettim geceyi
sarı sarı öptüm yapraklarını ağacın
hatta türkü bile söyledim
cehennem kırmızılar utandı...
günlerden bu gündü
saatlerden bu saat
anlardan bu an
yağmur bile aynı yağmur
ama
sen
yoksun...
...
hadi
gel
umudumu harla yeniden
yüreğime su vermem gerek,
zaman kavga zamanı,
silahsızım
ve
bilirsin
ben
su bile içerken
kavga eder gibi...
bilirsin
soluk soluğa,
bilirsin
aç bir çocuk gibi;
bağıra çağıra
kendimden geçerken...
...
kurudu yalnızlıktan
dilim-e dokun,
dudağıma...
...
akşam ağlıyordu;
bulut bulut akıyordu
gözlerinde
/
gözlerimde
bir ben ıslanıyordu
ben;
çıplak,
yalınayak,
üşümüş...
...
saatlerden bu saatti
dilimin ucunda
bir martı,
buluttan kanatları...
"ne?"
diyorsun
"ne düşünüyorsun?" diyorsun,
kaçamak yanıtlar veriyorum,
dalgın elbiseler giydiriyorum sus'uma
"hiç" diyip kestirmeden düşüyorum
yüzü koyun
üstüne,
ağzım dolu aslında
ben
unutmuşum konuşmayı,
kelimeleri doğrultamıyorum;
kuramıyorum hiç bir cümleyi...
tüm savaşların yenilmişi,
yara içinde;
sakat
ve
zincire vurulmuş;
kalkamıyorlar ayağa,
"lal" de sen buna...
...
dilimin ucunda bir martı çırpınıyor;
dişlerimin arasında,
canını yakıyorum,
canımı...
...
yağmur terkediyor şehrimi
bir ay ışığı
lal bir mumu yakıyor
mahkemeler kuruluyor en salaş meyhanelerde
tanığım keman sesleri
ama dinlemiyor hiç bir makam
hükmümü veriyor neyler
tüm kanunlar benim infazım üzre çalıyor,
seni özlediğimi asıyorlar boynuma,
vuruluyorum
şarkıların en can alıcı yerinde
an
o
an; gittiğin akşamlar gözünü bırakıp arkada
an; o yalancı ayrılıkların başında
seni bırakamadığım zaman...
...
martılar,
ay ışığı,
ben
senin bıraktığın yerde
ve
kulağım
kirişlerini parçalar
ayaklarının sessizliğinde,
gel!
sus'tan arındırdım dilimi
çabuk gel
özlediğinden çok gel
özlendiğin kadar gel...
...
a&m

15 Kasım 2010 Pazartesi

iyiki doğdun...

"eski bir rum kasabasıydı
seninse adın
henüz
annenin kasıklarındaki sancıydı
...
iyiki doğuyordun..."


bir kadının karnını o minik ellerinle tırmaladığında, o onulmaz sancıları yarattığında telaşlı bir adam düşlüyorum...
kadın bir kırmızı uçlu gelincik sigarası daha yakıyor, sen bir daha zorluyorsun, sigaranın kökünü ısırıp kopartıyor, karton bir kutu elinin içinde eziliyor...
telaşlı bir adam düşlüyorum; ne yapacağını bilmeyen...
bir anneanne telkinler veriyor,
kadın sigara paketini eziyor,
adam telaşı
kadın dayanamıyor,
yelkovan akrebi tam on ikide kıstırmış,
kadın bağırıyor; elini sokup kendini deşesi var,
bir anneanne telkin veriyor
havada bir yarım ay
aralayıp sisleri
kadının çığlıklarına bakıyor...
...
ey salkımın son tanesi
/ne zormuşsun sen/
bağlar bozulmuştu oysa,
herkes eve çekilmişti
ovalarda kimsesiz bir sükut
ve
rüzgar yaprakları katıp önüne,
o bildik türküsünü...
sen
bir birine katıp tüm notaları
bir gecenin tam ikiye bölündüğü yerde
çığlık çığlık...
sus-pus olmuş tüm saatler
kadının nefesi kesilmiş
adamın nefesi kesilmiş
gecenin nefesi...
sen
bir bebek sesinde
devrederken bir günü
öteki güne
sarı bir kasımpatı açtı
en ortalık yerinde
on birinci ayın,
avuçlarında kendi dünyan
sım sıkı...
ve
erguvan ağaçlarının en mor anıdır,
kırmızıya vurmuş kendini sarmaşlıklar,
tüm yapraklar sarı bir sevdaya kavruk
ince bir hüzün saklı içinde;
/öyle bir çizmişki ressam
benden başka hiç kimselerin göremediği.../
yani mevsim son deminde
son durakta
son yolcu
salkımın son tanesi
son emaneti kadının,
son sancısı
adamın son mutluluğu,
son gülüşü belkide...
kırmızı uçlu gelincik sigarası içerdi kadın,
adam kadının sigarasından yakmak istedi
saat tam on ikiydi
ve
en güzel ayıydı son mevsimin
yarısının
tam yarısıydı
bir çocuk
el atıp kendi göbek bağını kopartıyordu...
...
sıfır rakımlı o şehirde
el ayak çekilmişti,
sönüyordu tüm lambalar bir rahatlık içinde,
şehir uykuya dalıyordu
ama
sen
daha yeni uyanıyordun...
ben
şehrin tabelasına
bir nüfus daha ekliyordum
ve
kimseler görmeden
sesine kelebekler konduruyordum;
ağzından öpüyordum...
...
hoş geldin...
.
.
.
eski bir rum kasabasıydı,
geceydi
deniz yorgundu
sen gülüyordun
martılar konuyordu sesine...
uyuyordun,
bir yarım ay öpüyordu uykundan
gülüyordun...
...
ellerimi değiştim ellerinle
uyuyordun,
görmedin...
benim elimle tutarmısın kendini,
saçını okşarmısın,
ve
korktuğunda
sararmısın korkunu?
eski bir rum kasabasıydı,
geceydi,
uyuyordun,
ellerimi değiştim ellerinle...
...
başını omzuma yaslamıştın,
karşıda bir çift ağaç;
bir aynaya bakar gibiydik
sonra gözlerimize baktık,
mas mavi bir sonsuza doğru...
aktık;
bem beyaz...
...
eski bir rum kasabasıydı
ve
akşamlar erken olurdu
adı ayrılık konurdu...
...
eski bir rum kasabasıydı
seninse adın
henüz
annenin kasıklarındaki sancıydı
...
iyiki doğuyordun...
...
a&m

12 Kasım 2010 Cuma

öyle bir geceki...

"aşkın boyunduruğunda
iki gövde olmuşuz
bunca lanete rağmen"

Görsel:Nehiro
...
bir
mavi yangındı,
pervasızdı!
etimize üşüşen ateş ağızlı karıncalardı...
gözlerini yummuştu yıldızlar,
ay utanmıştı...
ya da
en güzel demli şaraptı...
ter
ve
kandı
sarmaşık oyunlar oynardı
gül bedenlerde,
hızlı nefes alıp-vermece,
soluk kesmece,
et dişlemece...
ve
öperdim seni
bir daha,
dudakların renkte açardı tüm karanfiller,
aşk kokardı...
bir daha öperdim seni ağzından
bir daha,
başı dönerdi kokudan,
sarhoş olurdu / rüya korkardı...
öperdim seni ağzından
gözlerin samanyolu olurdu,
yiterdi hükmü zamanın,
yerden kesilirdi;
yerçekimine baş kaldıran ayakların...
bir ışıktık;
binlerce yıl öteden gelip,
binlerce yıl öteye giden
an'ı dudaklarında yakalardık!
sorsan bilmeyenlere,
bir yıldızdık,
kaymıştık...
asla
ve
asla!
biz,
bir bıçaktık
ve
gecenin bağrını yarmıştık...
...
ve
ben
uzak dağların
barbar atlısı
doymazdım seni talan etmeye...
...
sonunda
ince bir çiğ olurdu yorgunluğun
gül yaprağında...
...
a&m
...
Görsel için sevgili Nehiro'ya teşekkürler...

11 Kasım 2010 Perşembe

sus-ma

kopartıp attığında gözlerimdeki
ebe örtüsünü
kör bir oyunda,
"elma" diye bağırdığında
saklanbaçlarda,
badem ağacına takılı uçurtmamı çekip alacaktın...
hani?

ve
ben
sığınacak bir tanrı arıyorum
ellerinin gölgelerinde...
ellerin o kadar uzak ki
ve
yummuşlar gözlerini,
üşüyorum...
ey üşümüşlüğümün tanrısı,
ey diş dişe vuruşlarımın,
ey titremelerimin tanrısı,
çek al beni ayazından suskunluğunun,
üşüyorum;
bir serçenin
morarmış ayakları oluyorum,
iştahını kabartıyorum donmaların...
"sus" ların
mil çekiyor dilimin gözlerine
tüm harfler cam kırığı
dilimi basıyorum üzerlerine;
kanıyorum...

/ey koca kadın
sen
benim
on yedi yaşımsın;
sakladığım beyaz kağıtlarım,
eflatuni kalemimsin...
avuçlarında misketlerim saklı,
cebinde topacım...
kopartıp attığında gözlerimdeki
ebe örtüsünü
kör bir oyunda,
"elma" diye bağırdığında
saklanbaçlarda,
badem ağacına takılı uçurtmamı çekip alacaktın...
hani?/
...
susunca
felaketim olur,
yer yerinden oynar,
dağlar patlar kulaklarımda
ve
yetim kalır çocuklar,
dağılmıştır kuşların yuvaları
ve
mevsim kıştır...
...
bir şeyler söyle,
beni özlediğini mesela,
mesela sevdiğini,
mesela saçlarımla oynamak istediğini,
mesela...
...
ey üşümüşlüğümün tanrısı,
ey diş dişe vuruşlarımın,
ey titremelerimin tanrısı
gülümse,
yık mabetlerini,
kır putlarını sensizliğimin!
bana bir ses;
sıcacık koynun olsun...
...
sığınacak bir tanrı arıyorum
ellerinin gölgelerinde,
ellerin o kadar yakınki,
aç avucunu
şiir alayım bir demet,
saçlarına takayım...
...
a&m

9 Kasım 2010 Salı

hadi...

"şiire
ve
aşka
buluyorum tüm sözcükleri,
aşk/t/a buluyorum
aradıklarımı,
adadıklarımı boyuyorum
aşkın teninde,
aşk renginde
ve
şiir renginde
ateşler yakıyorum;
yine
bir geceyi
sana
kurban ediyor;
ateşe veriyorum..."

Görsel : Nehiro

"bilirim
sevdiğini,
yine de sen
sığındığı gökyüzünde;
mavi gölgeleri ile
oynaşan yıldızları görürsen,
ve
camından içeri bakan
firari bir kırlangıç’ın gözlerinde
hatırla beni...
ben varsam eğer
yüreğindeki
o
derin göllerde
bil ki tüm zamanların
sonrasızlığında
içimdeki özlemlerindir sana akan;
köpük köpük,
dalga, dalga
bembeyaz…"
N.U.
...
bu sabah güneş çaldım gözünden kırlangıcın,
avuç dolusu,
yüzüne sürdüm...
uyuyordun,
öyle güzeldinki
öyle güzeldinki
kıyamadım sevmeye,
sanki
mumdan bir heykeldin
öpsem
eriyecektin...
yinede
dokundum;
korktun,
korktum,
aldım korkunu
duvara vurdum,
duvarlar ördüm önüne...
...
perdeleri kapattım,
yapıştırdım takvimin düşen yaprağını yerine
geri aldım saati...
elin oldum senin,
gece çizdim,
sarı sarı yıldızlar,
mavi gölge
ve
içimde biriken o gölde;
senden akan
bembeyaz köpüklerinin içinde
sevmek için seni...
sevsek;
her yanı morarsa gecenin,
etlerinde diş izleri
gül yanığı dudaklarının arasından
ateş alsa
bir daha
bir daha
bir daha yangınların içi,
dinç bir geceyi yorsak,
ölüsünü
kollarında bıraksak...
tarlada tohumun telaşı karışsa tarla kuşunun sesine,
yağmur yağsa,
yeniden,
bir daha
ıslansak;
tere bulansak...
ela bir bakış sonra;
ve
ben
bir daha
soluk
soluğa
o
göle
köpük
köpük...
bir çocuk kulaç atsa gün ışığına
...
"sevmek,
sevmek diyorum bir akşam vakti;
hani balığın suyu sevdiği gibi...
.
.
.
ve
sonra
gülüp geçiyorum aynadaki suretime,
hadi diyorum,
hadi git
git işine…"
N.U
...
/hadi,
kalk,
aç perdeleri,
saatleri ileri al,
yırt takvimin yaprağını
ve
sessizce gel,
/ipe sapa gelmez şeyler saçmalıyorum/
öp ensemden,
uyandır beni
bu şiir
uzadıkça uzuyor;
almış başını gidiyor.../
...
inanma!
...
bırak
kalayım
öyle güzel ki;
aşkın tenine
şiir renginde
özlemler çiziyorum
hadi,
öp
beni;
yeniden yansın gece...
...
a&m

8 Kasım 2010 Pazartesi

ruhuma militan mintanlar giydiririm...

"ruhuma militan mintanlar giydiririm"


kalemleri kırıla!
lal ola dilleri kelam'a!
kim yazdıysa sensizliği alnıma,
hasreti kim yazdıysa!
...
ne zaman
bir camiden
sal'a okunsa
musalla taşlarında yatan ben!
koşarım sonra,
saf tutar,
namazımı kılarım
ve
asi bilirim merhumu
asi ve aşık,
redederim şol cennetini
ol tanrının
cehennem beğenirim
cehennemler içinden
/bana seni gerek seni!/
...
sıyrılırım
tevekkülden kınımı bırakıp
dikenlerinde batılın,
adını
kavga koyarım
sevdanın,
kulağına aşk fısıldayarak...
...
her şafak vakti
senli rüyaların orta yerinde
pusuya düşmüşüm / zil seslerinde
bozguna uğramışım,
vurulmuşum,
yaralanmışım,
yakalanmışım;
gıyabımda verilen bir hükmün kurbanıyım
aramıza dağları
dağlara;
geçit vermez;
aman bilmez yolları hüküm kılmışlar...
zaman,
boynuma ilmikler atar,
tavimler o kadar duyarsız,
saatler o kadar ehl-i keyf!
/daha bin yıl var cumartesiye!/
bin kez infaz edilirim,
sesinde dirilirim
bin kez daha,
bin kez firar ederim
idam sehpalarından,
bulvarlara resimlerimi asarlar!
...
protest şarkılarda geçer hep ismin
davam,
kavgam,
inancım!
ruhuma militan mintanlar giydiririm,
nazlı bir filinta olursun elinde
aşk kuşarım beline
yalım yalım,
değdiyi yeri yaksın,
dağlarına çıkarım...
...
/yalınayaklı bir çocuk geçiyor önümden,
yüreğinin ayaklarında
cam kesikleri,
ama mağrur,
ama yiğit,
selam duruyorum
aldırmadığına kanadıklarının,
dik durduğuna/
gel!
acıkmışsın,
buyur,
soframa otur,
ortak ol kavgama,
birlikte doyalım
ne vermişse sevda...
...
"dönecekler bir gün,
al kırlara,
boz kırlara
güneşi sunacaklar"
diyor bir yiğit şarkı,
umuduma umut katıyor
içimde
bir
sen
daha artıyor...
"yanacaklar
yanacaklar
ama
bir
daha
yalnız kalmayacaklar
iki gözüm kör olsun!"
...
hadi,
şimdi,
çat kapı gel,
çarp kapı-yı gel!
ihtilal seni bekler
"iki gözüm kör olsun/ki"
...
a&m

7 Kasım 2010 Pazar

senin adın eylül olsun

"inat!
geçmiş zamanlara,
aşkla!"

inkar etme
ben bilirim
ince bir hüzün var gözlerinde
hiç bir gülüşün/ün örtemediği...
en çokta içli şarkılar söylersin
avaz avaz
suskunluğunda
ve
kimseler olmadığında
ağlarsında / kim bilir?
kaç iklim dolaşmışsın,
derviş olup;
giyip yalnızlık hırkasını sırtına?
kaç coğrafyanın
en kadim dostusun?
kaç mevsim yanmışsın güneşte,
kaç mevsim üşümüşsün,
ıslandığın kaç mevsim?
...
/birinde seni görmüştüm,
bir sinema önündeydin,
afişe bakıyordun,
cebindeki paranı hesaplıyordun bir yandan
ve
eskimişti ayakkabıların...
kiraz geldi aklına, "en güzeli" dedin,
mevsimi değildi oysa,
yinede uzandın bir dala...
simitçi çocuk bağırarak geçiyordu,
sana bakıyordu alttan alta,
baksaydın eğer "abla, al" diyecekti...
ya serçe?
beklediki çekirdek serpeceksin yerlere,
bilmezdi sen çekirdeği çok seversin,
kıyamadın yinede,
külahı olduğu gibi yere,
hatta avucundakileri,
mutlu olduun cıvıltılarında.../ cıvıltılarıyla sevmiştim seni...
öğlen yemeği niyetine aldığın ekmeği balıklara attığında da ben seni sevmiştim,
martılarla bağrıştığında da.../ bağırışlarıyla sevmiştim; çığlık çığlık...
hani,
yıllar önce bir yağmur yağmıştı,
sen ıslanmıştın,
"bir şemsiye" demiştin...
işte
o gün,
o yağmurda
ben
bir şemsiyeydim,
ben gözlerimi /mi yummuştum/ ki
gör/e/medin...
kar yağmıştı
ayazdı
ellerin üşümüştü,
nefesindim!
hohlasan çatlatacaktım göğün buzunu,
parça parça edecektim!
ama,
yinede
ceplerin oldum...
yorgun bir anında
bir bardak çay kondu masaya
nasılda demliydim
nasılda demli
ve
buram buram...
sahi,
bir bayram öncesiydi
tebrik zamanıydı
ben
bir çocuk kartıydım ellerinde,
baktın
baktın,
defterinin arasına koydun sonra
hadi,
çıkarsana
oradayım hâla...
bahardı,
için kıpır kıpır,
incecik boynumdan tuttuğunu hatırladınmı,
saçlarımı yolduğunu birer birer?
seviyor
sevmiyor
seviyor
sevmiyor
seviyor
her seven bendim...
hatta
sen çocukken
bin yıl önce yani,
yani henüz doğmamışken
sen
ve
ben,
ağladığındım
kağıt helvacı yoldan geçerken
"sus"uydum annenin,
babanın verdiği sarı yirmi beş kuruş,
ağzının tadı,
yaramaz komşu çocukların kıksandığıydım...
çok kere görmüştüm seni
çok kere
çok.../
...
en güzel mevsim/in/de
yetiştim
onca
peşinden koştuktan sonra!
ne yaz
ne sonbahar
en güzel yerde
takıldım
sende kaldım
kırdım kanatlarını göç etmelerin,
vaz geçtim,
sana kondum tüm aklığımla...
...


sarı,
sıcak bir yangın örüyor içime
eylül,
yeni bir göğüs kafesi;
bir telkari ustasının sabrı
ve becerisi...
bu son olsun
senin
adın
eylül olsun...
...
a&m

5 Kasım 2010 Cuma

tedirgin saçmalama

"tüm varlıklar birer gölgeden ibaret,
üstelik
kimliksiz gezer sokaklarda yüreğim,
tutuklanır sonra,
bırakma!"...

...
en tanıdığım yerde
eğreti durmak;
bir kelebek tedirginliği ile,
tetikte!
en sevdiğim yerde
bir çiçek kadar korkak!
sanki
her an
biri
beni
tam orta yerimden
ikiye
kıracak!
...
sadece sen!
zati
en!
bilmezmisin sen?
"aymışam yarı gecede,
seni bulmuşam sonradan"
...
yüreğimi koyup bir bohçaya,
bir sonbaharda,
bir eylül'e kaçmışım,
en son yeşilime umut!
sığınmışım...
tedirgin bir mülteciyim sokaklarında,
üstelik kimliksiz gezer yüreğim,
kimsiz,
kimsesiz!
demiştim sana birinde sevgili "tüm kimliklerime adını yazdım ve resmini yapıştırdım"
evet,
aynen öyle
kim sorsa
adım "sen"
...
ve
birinde
yine
işte
böyle
sen küstüğünde
bir çocuk
büzüştürüp dudaklarını
ağlamıştı içine...
demişti sana
"mermi ol,
"bıçak ol saplan yüreğime,
sebebim ol!"
...
dağlarını yükleme sırtıma
kaldıramam bir kez daha
titanlığım bitti
öldü içimin atlas'ı
terkini verip kudretin
kul olmayı seçti...
...
oraklar girmesin içime
kesmesin başaklarımı
olmadım daha
bir daha yeşermem
düşersem toprağa
...
sevgili,
sen
zati
en!
ezelden gelib
ebede giden
yolumsun...
...
bil!
sen!
en!
...
kimliklerimde adın yazılı...
...
hadi
öğretmenim
düzelt imlamı
konuşmayıda öğret bana
sevmeyi öğrettiğin gibi...
...
kır turna kanatlarının küskün yanını...
...
ve
sevmeye devam et beni...
çünki ben
içimde sen;
bir tomurcuk sevinci,
seviyorum seni
su gibi...
...
a&m

4 Kasım 2010 Perşembe

entel kıza...

...
Diyelim ki ben sana Münir Nurettin'den bir şarkı mırıldansam,
Ya da ne bileyim Mahsuni'den bir türkü...
Mesela şarabı şişesinden içsem,
Elimle kırsam peyniri,
Üzümü salkımıyla yesem,
Kavunu, ağzımı şapırdatarak...
Ve desemki sana
Hayat gülüşlerden ibaret değil,
Ve arabeskte değil ağlamak...
Ağlasam...
Yani,
Böyle anadan üryan sevsem seni,
Çırılçıplak...



Anadan üryan sevdin beni,
Çırılçıplak,
Şarabı ağzımdan içtin,
Peyniri elinle kırarak...
Sevdin beni
Ama
O
Kasaban yokmu senin?
O
Dağların ardında,
O
En uzak!
...
Ahhh
Entel kız
Bu yorgun akşamda
Gözyaşları adıyorum adına
Alfabedeki harflerini
Çembere alıyorum...
Promethaus'u vuruyorum,
Ateşini çalıyorum,
Yangına veriyorum çemberimi...
Yokluğun entel kız
Yokluğun;
Kanlı düşmanım;
Canıma kasdeder...
Son gücüm sende kaldı,
Sensizim,
Yaralıyım,
Yorgunum;
Vuruşmaktan korkarım...
Yokluğun;
Ateşten çember
Ve
Alıcı bir kuş gibi başımda döner...
Gel entel kız
Gel
Bir akrep dolanır damarlarımda,
Korkarım
Gel!
Yoksa kendimi sokarım...
...
a&m

2 Kasım 2010 Salı

yıkıyorum limanları

"ne zaman
bir liman görsem
bağlarım gözlerimi mendillerle,
kör ebesiyim gemilerin,
dokunduğumu yakarım..."


...
limanlarki
ayrılıklara vurgundur,
veda yazar eller sallanışlarda
bilinir yoktur dönüşü,
her giden
bir martı süzülüşüdür;
kendi sessizliği ile gitmiş,
geride kalana çığlık düşmüştür...
çekilince köprüler,
son palamar içeri alındığında
bir sur düdüğü çalar ki;
kıyamet kopar,
mahşer olur
tek kişilik
yalnzılıklarda,
ah
karışır
ah'a,
bir ateş sarar ki yeri-göğü
cehennem bile yanmaktan korkar...
sim siyah olur bir anda sular
ay ışığı bulanır zifire,
katran ıpıltılarda
ölür tüm yakamozlar...
tuz
tuza karışır,
yükselir deniz
ayrılan her gemi
göz yaşında batmıştır
çarpıp tuz dağlarına...
ve
hiçbir sevgili
hiç bir
hiç
dön/e/memiştir...
...
ben
ne zaman
bir liman görsem
bağlarım gözlerimi mendillerle,
kör ebesiyim gemilerin,
dokunduğumu yakarım...
korkarım ayrılıklardan
onun için
sevmemişim kimseleri...
ilk gelenimsin,
son kalanım ol
ve
istedimki
hiç bir limana düşmesin yolumuz
bu yüzden sevgili,
geldiğinde sen,
ilk öptüğümde alnından
o,
derme-çatma iskelede…
ben,
yıktım tüm limanları,
yaktım tüm gemileri,
girdaplar yazdım her yoluna ayrılığın…

kalalım diye
ve
söküp alıyorum,
ne kadar tuz varsa gözlerinde,
denize k/atıyorum...
...
a&m

30 Ekim 2010 Cumartesi

26.10 şiiri


...
Sen bana /yalnızca
Ve sadece
Kahpe sensizliği sor
Rezil beklemeyi , özlemeyi sor.
Tanrı şahidimdir
Kurda kuşa
Dağa taşa bile anlatabilirim.
Demem o ki uzaktaki yakınım:
Vuslatlara yabancıyım,
Ama,
Seni özlemenin kitabını yazabilirim.
Kamuran Esen
...
ne zaman
elinden ayrılsa elim
efsunlu sular içirilir
bir çekirge hissederim kendimi
peşime düşer kırlangıç,
kendime düşman olurum...
iplere kırk düğümler bağlanır
kırk bin kere
boğazıma dolanır
kendi iskemlemi tekmelerim...
kara kara kilitlerle kilitlenir kapılarım
arkasında
elleri yüzünde
çaresiz bir ben
kör kuylardır gözlerim
anahtarlar atılır...
...
hiç bir içkinin
bu ateşi
söndüremeyeceği demdir
kendimi atarım üstüne,
kendi ateşimi
kendim harlarım
kor kor olur
yanar ha yanar,
daha demin gittiğini tütsülerim...
...
sana
"hoşça kal"
diyen dilime
bıçak olur dişlerim,
deşerim ciğerlerini
...
elim,
havada
serseri bir mayındır
dokundursam cebimi
param parça olurum
koynumada sokamam
kıyamam kokuna
öyle
havada
bir yaprak gibi
sallana
sallana...
...
en usta mimarın
statiğine inat
hiç bir depremde sarsılmayacak denli
çakılı kalır ayaklarım
kök salarım,
kıpırdamam / bıraktığın yerde-n/
bir budha heykeli
adarım sana...
...
gözlerim mi?
biliyorsun,
sorma!
ama
gözlüklerimi öldürürüm,
tanık kalsın istemem
ağladığımın ardında
...
ne zaman
elinden ayrılsa elim
bir sardunya düşer
soğuk bir yangının
orta yerine...
...
bende,
bende "seni özlemenin kitabını yazabilirim"
...
a&m

29 Ekim 2010 Cuma

hava parçalı şiirli


...
bir tuhafım
hiç bir şey yapasım yok,
oysa deli gibi koşmak istiyorum ve hanidir özlemini çektiğim serin bir hava var
ama
ben küsüm,
neye küsüm,
neden küstüm,
kime küstüm bilmiyorum...
kendimi vurdum koltuğumun altına,
kırış kırış oldum,
sıkıyorum kendimi iyice
sıksam kırılırmı kemikleri benim
kırılsam düzelirmi her şey
bilmiyorum...
paslı bir çivi gibi batmışım kendime
tetanos korkusu var içimde
kangren olurmu yüreğim,
kesip atarlarmı,
dayanağım olurmusun,
destek olurmusun benim tökezlemelerime,
düşmemem için tutarmısın beni
her dilim sürçtüğünde?
...
bu gün güneş intihar etmiş
asıp bulutların arkasına kendisini
soğuk bir iple
akşamda ay ışığı kendisini sele atıp kaybolmuştu
yıldızlar onu aramaya çıkmıştı yağmur boylarında
elleri koynunda bir yalnızlıkla başbaşa kalmıştım
kala kala!
...
çakıl taşlarım ne kadar deniz kabuğum varsa hepsini yemiş
dağa kaçmışlar sonradan
dizilip üst üste
uçuruma kesmişler diplerini
geçsem üstlerinden atacaklar beni
altlarından geçsem üstüme düşecekler
belki kurtulurum
belki kıyamazlar bana
ama gölgemi ezerler / öldürürler
hiç sevmedi onlar gölgemi
alışamadılar bir türlü
oysa gölge /m benim
binlerce yıldır benimle o
düşünsene bir
nasıl olur gölgesiz adam
gövdesiz bir yaprak gibi
söylüyorum
ama
dinlemiyorlar
gölgem benim köklerim
keserseniz ölürüm
korkuyorum...
...
hiç bir şehir benim olmadı
her şehirde yarım kaldım
benim diyemedim hiç birine
adını
şehir adı yapıyorum
seni bir şehir...
kapılarını zorluyorum
kapansın diye herkese
kaçıp içinde saklanasım var
en sıcak köşene
portakal ağaçları ekili içinde
limon çiçekleri hiç solmamış
birde ıhlamurlar,
en genç mevsiminde takılıp kalmış iğde çiçekleri
nergisleri saç diye takmışsın
ve
bir deniz kıyısındasın
rüzgarında;
bayılırım koku /su/ nda...
bulutların hep bembeyaz
hep o yağmurlar yağar
hep o güneş açar
hep gök kuşağı çizersin
kadim bir yapıdan ibaretsin
kadim
ve
güzel
kapat kapılarını
peşimden gelen var
öldürecekler gölgemi
bırakma
kapını kapa...
...
bir parça aydınlık buluyorum içimde
gözlerimi sokuyorum içine
o bozkırdan kalma rüyalar görüyorum
bir kısrağın yeleleri ellerimde
bulutların üstünde ben...
isa'yı geçiyorum
ellerinin kanı halen sımsıcak
ağzında
son yemekteki şarabın
mis gibi kokusu
sarhoş oluyorum...
muhammed mirac'ı henüz bilmiyor
belkide yalan!
yelesi ellerimde kısrağın,
bulutların üstünde bir deniz,
koşuyoruz...
...
üşüyorum birden
bir iğne batışı yalnızlık
en nazik yerine içimin
titremelere tutuluyorum
tipi oluyor uzaklığın
yolları kesiyor
aç kurtlar iniyor
gözlerindeki son fer'e bakıyorlar yüreğimin
iştahla!
ellerimle kapatmak istiyorum
ellerim yok!
/ellerim ol!/
...
bir tuhafım
hiç bir şey yapasım yok
oysa deli gibi koşmak istiyorum ve hanidir özlemini çektiğim serin bir hava var
ama
ben küsüm,
neye küsüm,
neden küstüm,
kime küstüm bilmiyorum...
...
seni istiyorum
hadi gel
hadi
senki
bir şubat sancısısın
annemin kasıklarındaki
doğuşumun müjdesi
hadi
tırnakları ol annemin
kerpiçlere geçir kendini
dizi ol; kırıl
suyu ol; ak
yeniden,
bir daha doğmak istiyorum ellerinde
hadi
beni
ellerine bırak...
...
ben küsüm,
neye küsüm,
neden küstüm,
kime küstüm bilmiyorum...
hadi
içine karıştır
benimle barıştır beni
bir kez daha
...
korkuyorum...
tutukla beni,
beni hapset,
hücrene at,
katıksız sevgine mahkum et!
...
hiç bir şey yapasım yok,
bir tuhafım bu gün,
hava parçalı şiirli
...
a&m

22 Ekim 2010 Cuma

18:25 yolcusu


...
18:25 yolcusu
...
"boş bir kırlangıç yuvasıydı sallanan
bileğinin ucunda..."
...
ellerinin boşluğu
zemheri oluyor ellerimde,
el salladığın tipi
ve
ben dağların ötesine gidiyorum
senden,
seni bırakıp...
/ki sen
bilmezsin sensizliği,
sorma bana,
anlatamam!
sen hiç sensiz kalmazsın
bu yüzdendir ki
bu ne menem bir acıdır,
anlayamazsın!/
şehrin küçülmeye başlıyor
gözlerimi açabildiğimce açıyorum
sanki şehrin büyüyecek
ama
yinede
başaramıyorum...
...
daha demin,
daha demin
üşümüş bir serçeydi
ellerimde ellerin...
ellerim sıcacıktı,
daha demin;
on sekiz yirmi beş'te...
...
avuçlarımda
bıçak kesiği bir soğuk,
şehrin ufalıyordu
ufaldıkça
tuz zerresi olup
düşüyordu avuçlarıma,
ellerinin boşluğu
bıçak kesiği bir soğuk
avuçlarımda...
...
bir tren kalkıyor avuçlarından,
amansız bir kar yağıyor,
göz gözü görmüyor,
sen bağırıyorsun
"on sekiz yirmi beş yolcusu kalmasın!"
nolurdu sanki
anlasaydın
ben
istedimki
avuçlarını yumasın...
...
on
sekiz
yirmi
beş...
bir tren
tek yolcusu ben
kalkıyor avuçlarından...
...
son kez bakıyorum,
bileğinin ucunda
boş bir kırlangıç yuvası sallıyorsun...
saat
on sekiz yirmi beş...
...
a&

20 Ekim 2010 Çarşamba

şehrimin sensiz hali...


...
Gecem erken dur dur
Gözlerine bakmazsam uzun bakmazsam
Gecem erken inecek bitecek tükenecek gibi de değil
Dur bi sokak daha aydınlık edineyim
Gecem erken
Arif DAMAR / Dur Dur
...
şehrimin sensiz hali
...
gaib'dir tüm sesler,
ürküten,
acıtan iğne gibi,
saçlarımın dibini...
kör hattatlar
yazar yazgısını;
kurşuni siyah...
baykuşlar çizer
duvarlarına
elden alil nakkaşlar...
tüm sokakları
cehennem ağzıdır;
bir ufacık adımını gözler
kan rujlu zebaniler...
tüm şarkılarının
makamı bayati,
orkestralar
mezarlıklarda kuruludur
ve
çan çalar,
sela söyler...
...
biri beni takip ediyor
adımlarımı sayıyor
bir tuzağa yürüyorum
hiç bitmesin istiyorum yollar,
bir kör kuyunun ağzıdır sonu,
biliyorum,
korkuyorum...
kaçıyorum önünden,
odama sığınıyorum,
düğmeye dokunuyorum;
simsiyah bir ışık!
dönüyorum
kapım yok,
pencerem kayboluyor bir anda,
perdelerim
kirli birer urgana dönüşüyor,
boynum,
tam kırılacak yerinden uyuşuyor...
ölüyorum...
...
son nefeste
son nefeste adını
adının harflerini topluyorum
kelime-i şehadet bilip
okuyorum...
...
bir ince ışık önce,
sonra yıkılır duvar,
aydınlık bir yol öncesinde
ve
sen
dağlarının başında/n
soluklar katıyorsun soluğuma,
ayaklarını ayaklarım yapıyorsun
koşuyorum...
dönüp bakmıyorum
sensiz şehrimin haline,
bakamıyorum!
gözlerinin feri sönmüş,
içi boşalmış
karanlık yüzlü bir kadavradır,
biliyorum...
.
.
.
yinede
yinede
koynunda
çiçekler saklı şehrimin
senin için,
sen geleceğin gün için ektiğim...
sen,
kurtulup kelepçenden
bir daha / gitmemek üzere
geleceksin
bekliyorum...
...
a&m
...
resim : Nehir

19 Ekim 2010 Salı

küs-me / mece


...
küs parmağımı kesip
cehenneme attım...
ama
sende
yapma...
artık küsecek parmağımda yok...
...
a&m

18 Ekim 2010 Pazartesi

"ruhum, mısra çekiyorum haberin olsun"


"hiç bir züleyha
beklemesin boşuna,
bu gece
tüm yusufları öldürüyorum!"
...
/ bir hançerdir sessizliğin
geceyi yırtan,
bilemezsin.../
...
bir yıldız kaydısı olup
tam içime düşüyorsun
uçurum oluyorum
boydan boya
üstümden
kendime bakıyorum,
korkuyorum,
sana tutunmak istiyorum;
sesini arıyorum
aşk yordamıyla...
...
derin bir sessizliksin,
sustuğun nefesim oluyor
daralıyorum...
...
sen
bir
yıldız kaydısı...
.
.
.
oysa
ben
sana
bakarken
kendi gözlerimi görürüm
ışıl ışıldır
ama
sen
bir yıldız kaydısı olursun geceleri,
gözümde
ışıkları söner şehirlerin
ıssızlaşırım
katran dereleri akar içimde
...
neden
ben
her gece
ıslanmış bir yaz böceği sesi
olurum;
duyulmam?
...
bir yıldız kaydısı olup
tam içime düşüyorsun;
dipsiz bir kuyu oluyorum
/kuyuda yusuf/
düştükçe düşüyorum
/hiç bir köle tacirinin urganı uzanmayacak/
...
elini tutamıyorum,
saramıyorum seni,
öpemiyorum
ve
hatta
sen korkarken uykularında
ben
çaresiz bekliyorum
tek bir şey kalıyor geriye
/alın terim kadar hakkım,
onuda saklıyorsun!/
ahhh!
son yeşili eylül'ün
seni özlüyorum
...
sağanak demiştin
sağ-anak...
işte
yine
biri
memelerine sım sıkı asılmış
gözlerimdeki bulutların
sağanak
sağanak
sağıyor
ve
ellerin / e
öyle
hasretim/
ve
öyle yabancı ki
ve
soğuk;
buzdan...
tutmaya çalışıyorum
üşüyorum
kayıp
düşüyorum
/ kuyuya/
sağanak
sağanak doluyorum içime
duy beni
boğuluyorum...
duy
duy
duy
yoksa
hiç bir züleyha
beklemesin boşuna
bu gece
tüm yusufları öldürüyorum...
...
a&m

15 Ekim 2010 Cuma

aşk ol / sun tanrı...



...
bende,
bende geçmişin tortusuyum;
birikmişim ellerinde,
çıkanların ardında
kalan,
gelen
de yada
gelen;
sonradan...
sende,
yağmurlarında yoğurup beni
şekle sokansın,
üfeyen sonra
ağzıma;
"ol!" diyenimsin
/lir telleri ile sevişen
parmaklar eşliğinde/...

/ellerinde varolmuşum yüreğinin/
yormuşum seni,
üç gün,
beş gün,
az yada çok
/söz konusu sen olunca
içi boşalıyor
zaman denen kavramın
artık hiç bir anlamı yok!/
asmışsın yorgunluğunu
benim kavak yelime,
uzanıp
dinlenmişsin
ve
aşk'a demlenmişsin...
...
"ol!"
dedin,
aşk oldu;
aşk oldun,
aşk oldum...
yaradanımsın,
biat ediyorum;
yüreğini secde bilip
kapanıyorum;
bir tırtıl kozası ruhum!
o ruh
artık senin yatağındır
bil!
tenine,
terine,
kanıma hazır,
hadi
koynuma gir...
.
.
.
senden
mavi bir kelebeğe
hamile kalıyorum...
...
aşk olsun tanrı
aşk olsun
aşk ol...
...
a&m

seni özlemek


...
demin,
daha demin
uzanıp ucuna dağlarının,
dudaklarına dokundum
dudaklarımla...
özlemini öptüm
en yangın halimle,
bulutlar duman duman...
çocuksuluğumun yüzünde
bir neron tebessümü...
...
a&m

14 Ekim 2010 Perşembe

yağmur bereli kırlangıç



ne kadarda severdim
o hallerini yağmurun,
sana
"sokağa çık,
birlikte ıslanalım" diyecektim
sustun!
siyah bir "sus" tun
birileri
düğmelerine basmıştı sustaların
ucu açık bıçaklar yağıyordu,
her damla
saplanıyordu etime,
kanıyordum
oysa
severdim o hallerini yağmurun
sana
"sokağa çık,
birlikte ıslanalım" diyecektim...
...
ucu açık bıçaklar yağıyordu,
delik deşik oluyordu
tenimde
dokunduğun
her yer
/parmak uçlarını
dilimin altında sakladım
korunsun diye
yinede!/
kanıyordum,
denize karışıyordum,
köpek balıkları
okyanuslardan
kan kokuma vuruyordu kendini
ve
sen
bilirsin
şemsiyeleri reddettiğimi,
sürüden ayrılan bir kırlangıcım üstelik
üstelik saçak altlarına haram demişim,
sesine sığınmışım
bilirsin...
yinede
sus-tun
gördüğün halde kanadığımı...
...
halen
akşamdan kalma
sadist bir yağmur
birer çelik ışıltısı
ve
bıçak iştahıyla
içime saldırmakta
ben;
yağmur yaralı kırlangıç...
yaralarıma
sardunya yaprakları basıyorum
ve
bir çocuk umuduyla
bekliyorum...
gök kuşağından önce gel,
aklım başımdan gitmeden...
...
"yağmur yağıyor,
sokağa çık,
birlikte ıslanalım;
kanım kanına karışsın"

13 Ekim 2010 Çarşamba

geldin - I



umut,
akşamdan kalma
bir türkü tortusudur
ve
o
akşamlar hep oldu bende,
türküde,
umutta...
gelecektin,
mutlaka gelecektin
söz vermiştin
bin yıllarca önce...
bekledim
bekleyecektim...
...
kaç kent kuruldu,
kaç savaş oldu,
kaç kent vuruldu?
ben,
kayıp bir çocuktum
yıkıntılar içinde
umuduna tutundu/ğu/m

henüz takvim icat edilmemişti,
saatleri bilmezdi kimse henüz
güneş tek hakimiydi zamanın
kaç sıcak
kaç yanış
kaç kuraklık geçirdim...
eylül gelecekti/n
yağmurlarınla,
arındırıp,
durultacaktı/n
bekledim,
sabırla!

dünya dümdüzdü
"dönüyor" diyeni yargıladılar
korktu,
inkar etti
ama
ben
hep
dönecek dedim
korkmadım yakılmaktan
inatla
dönecek!
söz vermiştin...

gelecektin
gelecektin
gelecektin
çünkü
geleceğimdin...
...
ve...
.
.
.
koştum sonra
tarihleri su gibi içip
zaman içinde zamana
inkarcı oldum
tüm yaşamışlığıma...
parmak atıp,
geçmişin rahmini deştim
ellerine düştü/m senin
anlamsız bir kan topağı tadında...
.
.
.
şimdi
buğday renkli
arınmış bir çocuğ /un/um
başaklarında,
zamanlardan bir eylül...
...
a&m

12 Ekim 2010 Salı

ve sair...



coğrafyanda
kaybolmuş
bir çocuk sesiyim
senli şarkılar söyleyen,
sana dair şarkılar...
...
kayalıklarına
rüzgarlı şiirler resmediyorum,
kırlangıç yüzlü şiirler,
deniz kokulu/m
umudu/m/u...
...
kıyılarında,
mutlu,
serseri bir martıyım
senin...
kızıl güneşinle oynaşır,
balıklarla öpüşürüm çığlık çığlık
hiç yolum düşmemiştir çöplüklere
mavi sularına vurgun/um...
...
tel örgüleri yıkmış
deli bir çocuk nefesiyim
nefesine karışan
nefes nefese...
nemrut yüzlü
bir yalnızlık
firarımı verir yoklamalarda.
inadına
adım yazılı durur defterlerde
oysa
hükmüm yoktur artık benim,
hükümsüzüm senden başka herkese!
...
ah
o
gecelerin yokmudur senin?
en çokta geceleri/n
geceler/in üşütür beni
yağmursuz ıslanırım.
sıtmalı bir çocuk gibi,
/yada dalda son yaprak de sen şuna,
son yaprağın düşerim korkusu koy adını/
titrerim...
bir rüzgar olur esersin
/benden uzağa/
soluğumu kesersin
uçamam peşin sıra
öldüresim gelir yelkovan kuşlarını
kıskançlığımdan!
...
bir
çocuk sevinciyim
coğrafyasında yüreğinin
ve
parmaklarına çizmişim yollarımı
ince
uzun...
tırnakların
ki
bir uçurum,
bırakma
düşersem
paramparça olurum...
...
bir
çocuk
şarkısısın
çatlak dudaklarımda
aşka dair...
...
ve sair...
...
a&m

7 Ekim 2010 Perşembe

Adem ile Havva ve Elma


...
ADEM ile HAVVA
...
ben,
simyacıyım...
toprakmışım bir avuç;
avuçlarımda
zerre zerre biriktirdiğim;
her gidenin ardında kalan...
ve
hep avuçlarıma yağdırmışım yağmurlarımı
kimseler görmemiş,
kimseler bilmemiş
/ve
ıslatmamışımdır hiç kimseyi.../
yormuşum sonra
yoğurmuşum,
her giden
ateşini bırakıp gitmiştir arkasında,
kendimi günahkar bilip
cehennemine atmışım;
pişmişim...
en sonunda
içim demişim
içimden demişim,
iç kopartıp
içimden,
sevmişim;
"ol sevgi ki;
altın eder toprağı..."
seni
altın bir bıçak yapıp,
saplamışım kaburgama...
...
ya da:
"aymışam yarı gecede,
seni bulmuşam sonradan..."


***

ve ELMA
...
ve
ısırıyorum...
dünyaysa
dünya,
ölümse
ölüm!
vaz geçiyorum
senin saltanatından tanrı!
bedelsin kaburgamın altın parçasına,
satıyorum seni;
reddediyorum senin cennetini!
korkmuyorum,
istediğin cehennemde yak beni!
...
"jilet yiyen kız merih'li gecem
birlikte bulacağız belâmızı
sonumuz kuşkusuz cehennem
kırmızı kırmızı kırmızı"

...
a&m

6 Ekim 2010 Çarşamba

bana bir güneş çiz


...
ocak'tı;
ayaz'dı,
bir sabaha karşıydı,
buz tutmuştum,
annem soğumaya yeni başlamıştı...
bir heykel kadardım
onun kadar sert
ve
onun kadar duygusuz...
ağlamadıysam burada eğer,
bir daha hiç kimse için
ve
hiç bir yerde ağlamayacaktım...
.
.
.
ey tuz /umun/ tanrısı
sözümden döndüm;
sana biat ediyorum...
.
.
.
yüzümün coğrafyasında
nehirleri keşfettim bu gün,
/hanidir kıyısında
şakıyan yağmur kuşları,
merak etmiştim...
sonra bulutlar,
sonra sağanak...
buymuş birazda
eylül'de ıslanmak,
buymuş demek ki
sırılsıklam aşk.../
...
artık,
yelkenler açılır gözlerimde;
hasretleri kavuşturur gemiler...
çocuk mutlulukları karışır suyuma
ufacık kulaçlarından...
mektuplar atılır
şişeler içinde,
faili belli aşkların
meçhul adreslerine...
martıları
çekip alırım çöplüklerden artık...
kimbilir,
belki
mutlu bir yunus bile çizersin;
kanamayan...
...
ve
fazla yağdırma,
taşmasın,
bulanmasın...
...
şimdi
bir iklim diliyorum senden,
bana
eylül'e yaraşır bir iklim çiz...
sarı saçlı tarlalar,
tarla kuşları,
yaz böceklerinin vayvelası olsun içinde...
göç'ü reddeden bir kırlangıç
iklime takılıp kalsın...
hiç bir bağ
bozguna uğratılmasın ama...
bulutları kaldır,
ince bir esinti koy,
/tatlı bir sızı gibi/
çocuklar uçurtma uçursun
masmavi gök yüzünde...
...
yık duvarlarımı benim,
gözlerimdeki sisi al
ve
bana bir güneş çiz
adı sen olsun...
...
a&m

5 Ekim 2010 Salı


...
sustun,
gittin,
seni bekliyordum oysa ben...
sana,
toprak damlı evlere nasıl yağar yağmur
onu anlatacaktım
ve
o evlerde yağmura eşlik edip
türkü söyleyen çocukları...
gittin!
seni bekliyordum oysa ben,
"yağmurda üşümüş kuşlar gibiyim"...

...
biri tanıktır,
camdan,
kapıdan,
bahçeden beni gözlüyor
biri,
birileri...
sokağa ne zaman adım atsam
peşimdeler
biliyorum,
acımı tutanaklara geçirecekler
ve yüzüme okuyacaklar günü geldiğinde
yokluğun;
suçuma en büyük kanıt!
gittin,
dön gel
karanlıklara düşürüyor beni sessizlik...
biri,
birileri
beni gözeltliyor
tutanaklara geçiyor sensizlik...
...
yağmur yağıyor,
biri,
birileri;
bir kadın,
bir erkek
beni gözetliyor,
sokağa şemsiyesiz çıkmamı bekliyor,
pusu kuruyorlar sevdama,
ıslatacaklar,
suçüstü yapacaklar!
...
yağmur yağıyor,
biri
derin derin soluk alıyor ensemde
ağzı tıka basa,
tahrip gücü yüksek bir kahkaha
patlasa öldürecek...
...
sana
toprak damlı evlere nasıl yağmur yağar
onu anlatacaktım oysa
ve
eylül yağmurlarının güzelliğini...
...
gittin...
...
geldiğinde
gök gürlesin üç defa
korkup sana sarılayım...
...
a&m

...
birazdan
bir bıçak inecek yüreğine rüzgarın;
dinginleşecek,
masmavi bir çarşaf olup gerilecek
ve
en yangın haliyle
kızıl bir güneş
denizin koynuna girecek...
çırpınacak deniz,
kuduracak,
kayalara vuracak kendini
dalga
dalga...
.
işte
ben,
bir yunus yarasıyım bu anlarda
kan
revan efkarım;
dilimde
bir balıkçının
aşka dair
yorgun bir türküsü;
sigara değmiş gibi yakar...
.
sen gelirsin yine aklıma;
düşlerimi götürürsün
tutup elinden,
bir çocuk gibi...
seni düşlerim,
sana düşerim...
...
bir keman çalınır bir yerlerde,
soyup kekeme derisini dilimin
sana bir şiir okurum
en şaşkınından...
bir bardak şarap,
/sen;
yalınayaklı bir çocuk,
rüzgara karşı duran./
kulaklarını
en umutlu harflerimle öperim,
şarabı
dudaklarından içerim
dolanıp beline...
güneşi
senin gözlerinde batırırım,
yunuslar oynatırım pırıltılarında
şen şakrak..
sesinin gölgesinde uyumak sonra
sarılıp boynuna,
dişlerinde öpmek
samanyolunu
utanmadan
ay ışığından...
.
güneşi kaçırıyorum
koynundan denizin,
sana getiriyorum...
varsın kesmesin rüzgar,
varsın beklesin deniz,
kudursun dalga dalga...
...
dilimde
en diri türküler...
...
a&m
...
resim : nehir / yunus yarası

1 Ekim 2010 Cuma


...
şimdi
bir ney sesidir zaman,
saatler sufi çalar,
takvimler sufi...
...
düşündümde,
nasıl olur
anarşist tasavvufu?
çünkü ben
toy bir miltanın
kavga iştahıyla
seviyorum seni,
ruhumun bir yanı
fırtınalı marşlar söyler,
bir yanı sufi...
...
bir neyzen
yüreğinden üfler dünyaya
kıyametidir aşkın,
mahşerin kopma an'ı
benim içimden bir ölü uyanır
silkinip üstünden karanlığını,
sen sonra
/ki
binlerce yıldır beklediğim,
sevdiğim binlerce yıldır./
elini tutuyorum
bir kelebek kanadı oluyor elimiz,
sarıdan sarı,
mordan mor
ve
illaki mavi...
diğer elimiz sonra,
sonra gövdemiz...
bir kelebek oluyoruz ikimiz
üzerinde dünyanın
en güzel renkleri
/ahhh ressam kız!
nedir bu ahenk?
aklımı başımdan alıyorsun/
...
bir su başıdır,
bir yaprağıdır salkım söğüdün,
bir çiçeğin tacı
en sakin yağmurların yağdığı,
güneşin en güzel açtığı,
gök kuşağının en güzel,
en tatlı rüzgarların estiği yerdir...
/ve
cennet eylül'de gizlidir
biliyormusun?/
...
şimdi
bir ney sesidir zaman,
saatler sufi çalar,
takvimler sufi,
aşksa bir ateş...
sen
ve
ben;
bir kelebek...
vuruyoruz kendimizi
döne döne
divane gibi,
pervane gibi...
...
yanmak gerek,
yanmak;
yanarak arınmak gerek...
...
a&m
...
Resim : Nehir / Yangın yeri

30 Eylül 2010 Perşembe

aşk/iya'nım...


...

ben
senin
aşk/iyanım...
dağ çocuğuyum ben,
annem,
her ne kadar çukurova'da diz kırmışsada sancıma
kaçırıp
dağlarda emzirmiş beni,
dağlarla,
onların
düşman gibi amansız
ve
ana gibi merhametli
memeleriyle doyurmuştur beni...
mevsimimin
çatlaktır dudakları,
yazgım
en çorak harflerle yazılmıştır,
öyle derin,
öyle acıtarak...
sen;
o kurak tanrıya inat,
bir kuyuya
bir su barkacı gibi
sarkan
umudumsun...
.
ben
dağ çocuğuyum
ellerim ayaz çatlağı
ve
hoyrat...
sarılsam sana
ve
yaksam canını
bilki
sıcaklığındandır senin,
bilki
üşümüşüğüme inat...
tipilerle sevişmişim yıllarca,
kan-ter içinde
baygın düşmüşüm
nice zemherinin koynunda...
uzun kış geceleri,
sıcak bir rüyaya hasret
aşk denen bir hikayede
kerem yandı'larla ısınmışım...
ve
bir kardelen büyütmüşüm sana
söküp ciğerini
o soğuk tanrının,
içine saklamışım...
bir kardelen,
sana,
inatla!
umutla
umutla
umutla...
...
vuruldum,
en ihtilalci yanımdan;
sol yanımdan;
yaralıyım,
aşk akıyor,
bir nehre karışıyor/um...
son dönemeçte,
son uçurumu
gözleri kapalı geçiyorum...
ıslık çalıyorum,
türküler söylüyorum,
adını bağırıyorum...
korkmuyorum artık yoluma çığ düşer diye,
bir eylül'ün sarı saçlarına tutunuyorum...
...
ay tanrı,
/zindan gecede/
sarı,
aydınlık bir yol oluyor/sun;
hanidir gelmek istediğim...
mavzerim sensin,
sol göğsümün üstüne astığım fişekliğim,
bıçağımsın ışıl ışıl...
iniyorum dağlardan
senin kıyına...
yiğitse durdursun beni efeler!
aşk/iyanım!
...
a&m

gece saat bilmem kaç


...
dün gece
sen
yorgun gözlerinle
ayışığını beklerken
ben,
sokaklara vurdum kendimi,
seni aradım...
birileri
sokağımı çalmıştı,
yerine,
derin,
karanlık bir kuyu bırakmıştı
düştüm...
.
bilmem
yıldız varmıydı senin gecende,
yine öylemiydi;
gözlerim gibi;
bir yumulup
bir açılan...
.
hiçti dün gece benim gökyüzüm
birileri
katranla boyamıştı
düştükçe dokunuyor,
dokundukça bulanıyordum...
bulandıkça karanlık!
evet,
dün gece
korkunç,
kapkara bir düş-tüm...
.
dün gece
bir karanlık
bir kuyu
bir yusuf'çuk
ve
en aç
yarasalar asılmıştı
tüm yelkovanların üstüne
zaman
sensizlik kadar ağır
ben,
sessiz karanlık / lara düş / tüm
bir o kadarda korkak...
.
"senin ayışığı vaktindir şimdi" dedim,
"şimdi,
şu anda,
buğulu gözlerinde
utangaç nilüferler"...
ve
ben
bu gece yusuf/cuk'sam kuyularda eğer
senin gözlerindeyse nilüferler...
bana nilüfer gerek...
.
.
.
sonra
senin ayışığı tanrın
tuttu elimden,
elleri sendin...
...
ben;
yusufçuktum;
kuyular firarisi...
sen;
dingin sularımın utangaç nilüferi...
...
a&m

24 Eylül 2010 Cuma

kırlanqıç kaldı'sı



Resim : Nehir / kırlangıç kaldısı -I
...
uykusuzun şiiri
...
bir serçe kadar sıskadır şimdi dilim
ve
aklıma gelen
tüm şarkıların makamı ağır
korkarımki
altında ezilirim
sustuğumu buna say...
...
masmavi bir gökyüzü,
turuncudan sarıya
yangın bir ay...
herşey tamam,
birde
bir kırlangıç resmi çiziyorsun ki geceye,
duman duman tütüyorum...
...
ellerim
eski bir radyo oluyor
bir parmağımla
diğerine dokunuyorum
senin sevdiğin şarkılar çalıyor
...
masmavi bir gökyüzü
turuncudan sarıya
yangın bir ay...
limanların birinden bir gemi kalkıyor
birilerini uğurluyor biri
birileri birini gözlüyor...
yada yaşlı bir istasyon şimdi
dokunsalar ağlayan
her gelen dokunuyor
her giden dokunuyor...
...
bu saatte balıklar
sarhoş bir karanlıktan
ay ışığına doğru...
özgürlüklerine
bıçak gibi dokunur ağlar...
oysa demiştin bana
nehiri hep dikine yüz
yüz
iki yüz
üç yüz
beş yüz
sen varsınki her yönde!
ay ışığı gözlerin
ve
çılgın bir kara balığım bu demde
teslim olasım yok hiç birine;
tüm ağları bir birine katasım var...
...
eski bir radyo oluyor ellerim
parmaklarım bir birine dokunuyor
senin sevdiğin parçalar çalıyor
bir balad dinliyorum,
sende,
biliyorum...
...
mavi bir gökyüzü çiziyorsun bana
turuncudan sarıya yangın bir ay
birde
bir kırlangıç çiziyorsun ki...
alev alıp yanıyorum
kendimi nehirlere atasım var...
...
aklıma gelen
tüm şarkıların makamı ağır
susuyorum
bir sigara yakıyorum
resmine bakıyorum
şarkını dinliyorum
seni ...
...
sen?
...
sen bakma bana,
ben
saçmalıyorum...
.
.
.
hayır
hayır
sen bana bak
ben,
seni seviyorum...
...
a&m
...
resim için sevgili nehir'e teşekkürler...