31 Aralık 2010 Cuma

sen, ben birde aşk...

"seni bekleyen bendim oysa
bin yıllardır kurduğum tuzağın başında
korkunç bir sabır
ve
korkunç bir iştahla"

beyaz bir gemi düşlüyorum,
martı kanatlarından
mavi yolculuklara,
sen,
ben,
birde
aşk...
susadıkça
güneş içsek diyorum,
acıkınca
şarkı söylesek,
üşüyünce
ay ışığı örtsek üzerimize,
bağlasak gözlerini yıldızların,
yakamozlardan saklansak;
utansak...
...
kaçıncı gün yalnızlığıdır bu
kaçıncı hafta,
ay,
yıl?
...
avuç içlerimde kocaman boşluklar
yüzüme sürsem
yüzüm düşecek
boğulacak dün kondurduğun gülüş
yanağımdaki öpüş izi boğulacak
ve
ben
hanidir
yıkamıyorum yüzümü,
kaç asır oldu
bilmiyorum...
...
küs koyuyorsun adını
sus oluyorsun
kuruyor saksılardaki cümle çiçekler
sabahlar ölü kuşlara uyanıyor,
nerede
ne kadar
bulut varsa
gözlerime doluyor
arsızı oluyorum
hüzün gürültülü
sağanakların,
biliyorsun
korkuyorum...
...
sevgili,
hiç bir çocuk memeyi sevmedi,
sevmedi annesinin ak sütünü benim seni sevdiğim kadar
ve
sevgili
hiç bir tohumda
benim sana açma iştahım kadar iştah olmadı
ne bileyim sevgili
bir yorguna demli çay
ya da
bir mahkumun beraati
ya da
cennet müjdesi gülüşün deli bir dervişe
sayki
sona erişidir çileli bekleyişlerin...
diyorum ki
tanrı olup gözüksen
hadi geçelim onu
daha demin uyuttuğun uykumda
rüyama gelsen...
...
bir yağmur damlası düşüyor avucuma
geç,
biliyorum
zaten ben hep geç kalmışım ya...
hani dedim ya sana,
"sen gelesiye kadar bende sana yağmur taneleri birikitireceğim"
bir damla sevgili
bir damla
ama
içinde nuh'lar boğulan...
...
çöpçüleri düşündüm bu an
ne kadarda umarsız
oysa süpürdüğü izmaritin en köküne saklamıştım seni
ağzımdan bir rüzgarın kopartıp götürdüğü
ve
kırılası ellerimi
üşüdü diye cebime soktuğum,
seni tutamadığım...
çöpçü,
nasılda süpürdü?
ayaklarıma kızdım koşmadı diye!
/kaç saatlik yoldu ki altı-üstü?/
çöpcüyü vurasım var
seni ayıklayıp hazandan
koynuma sokasım var...
...
şimdi
gel
düşüme katıl
ben,
beyaz bir gemi düşlüyorum,
martı kanatlarından
mavi yolculuklara,
sen,
ben,
birde
aşk...
...
a&m

27 Aralık 2010 Pazartesi

ayak izlerini topla gidişimin...

hadi,
ben gideyim,
geldiğim tüm yollardan geri...

peki,
kim sever seni benim sevdiğim kadar?
alnındaki çizgiler,
gözlerinin yanında oluşan kaz ayakları kimi üzer?
kimin canı yanar yaralarını kopardığında,
kim kanar?
kime alışkanlık yapar gece ürpertilerin
kim kalkıp sana sarılır gibi sarılır kendisine,
kim korkar şimdi korkacak diye?
ellerini kim öper senin,
kim bakmaya cesaret edemez gözlerine,
kim bakınca yüzüne bulut olup boşalır?
kim keşfeder senin deniz kokunu yeniden
kim martılar kondurur saçlarının içine,
kim yakamoz ıpıltısı diye öper uçlarından?
yemek yerken,
su içerken
hatta dokunurken bir çiçeğe,
kızarmış bir sarmaşık yaprağına bakarken
yoksun diye o anda
kim kahreder kendini?
...
ay ışığı adına and olsunki hiç kimse!
hiç kimse
ne takvimlerini yırtar
ne saatlerini kırar
ve
hiç kimse
hiç bir şeyden vazgeçmez senin için
benim geçtiğim kadar...
...
şimdi düşleki bir evdesin
düşleki sabahtır
düşleki kar yağmış geceden
düşleki
yorgun bir ateşin külleriyim...
perdeyi aç
dışarı bak
benim ayak izlerim
ve
düşün
her sabah
gün doğmadan önce
kim hazır olda bekleyecek yüzüne bakmak için
ve
duymak için sesini hiç kimseler duymazdan...
...
kar yağmaya başladı
ayaklarımı bağla,
ayak izlerini topla gidişimin
ateşimi yeniden harla
ve
yak
senden gidecek ne varsa...
...
a&m

24 Aralık 2010 Cuma

yemin

cam kırıldı içimde
canıma battı
canın acımadımı?

sevgilim...
ne denir bu demde,
ne söylesem inanırsın?
tanrı diyesim var
ama
o ikimizede adaletsiz davrandı,
buz gibi üveydik ikimizde,
onun kulu olamadık hiç!
bulut desem sevgili,
ay desem,
güneş desem?
desemki sevgili
sonbahar...
desemki
son yaprak,
desemki
sana tutunduğum parmaklarım...
desemki
kırık kanatlarım hakkı,
sana düşmüş yorgunluğum hakkı sevgili,
senin mor çiçeklerin hakkı...
ela hüzünlerin hakkı sevgili,
gamzen hakkı,
içini cesaret edip okuyamadığım gözün hakkı,
baktığımda ağladığım yüzün hakkı...
senden
başkasını
sevmedim sevgili...
...
a&m

21 Aralık 2010 Salı

seni sevmek

ben
çocuktum
sana
vurulduğumda;
sen adlı kavganın gözü karası!
derin bir iz olup düştüğünde
şahdamarıma
çocuktum...
ve
ben
bir bıçak izi gibi taşıyacağım seni
nefes aldıkça,
gururla!

sensiz zaman
soğuk yazıyor takvimlere
mevsimler hep zemheri
yol kesen makamında esiyor tipiler
çığ oluyor çığlıklarım dağlarında
inkar ediyor geçitler kendini!
dönüp kendi izimi yiyorum
geri dönmeyeyim için,
dönüp gitmeyeyim için,
senden caymayayım için!
hiç bir güneşin hükmü geçmiyor içime
tüm ateşler ayaz rengi...
atkımı,
eldivenlerimi yakıyorum,
parkamı,
postallarımı...
yalın yürek
vuruyorum kendimi senin yoluna
etlerim yapışıyor buzlara;
deri deri soyup tüketiyorum
kopuyorum tırnak tırnak
parmak parmak kalıyorum
ama
ben
yinede
inatla!...
ellerimde mor bir sevda
ve
seni sevmek
kızgın bir demiri öpmek tadında
dağlansada dudaklarım
ben
gözlerimi yummadan
öpüyorum adını...
şen şakrak türküler söylüyor çocuklar dudaklarımda
morarmış ellerimde alkış tutuyorlar
kesilmiş ayaklarımda
en aymaz oyunlar...
mistik birer hikaye oluyorum
şehrazad'lar dilinde
binbir gecelere...
asla
ve
asla
"ah" olmuyor adın
günah asla!
...
bir kavgadır seni sevmek
varlığında yanmak kadar
donmaktır yokluğunda...
...
tuz gibi
sevmek seni
yangına vurgun olmak,
gelmeyişlerin bir kuraklık ki...
hani
öpüşlerin
kelimelerinde dudaklarımı
yedi düvel yağmur kesilmem...
bir başkadır sevmek seni
bir başka kavgadır
bir başka acı
bir başka sabır...
...
nefes almak gibi bir şey seni sevmek
bu yüzdendir
tutuyorum seni içimde...
...
a&m

17 Aralık 2010 Cuma

ağlama

ağlayınca
gözlerinde bebekler
hıçkırıklar içinde,
yağmurlar bana mahkeme kurar,
gri bulutlara asılma olur hükmüm,
ağlama...

canım çekiliyor...
bu gün yağmur yağdı burada,
sen
ağladın
ben
günahlarımı vaftiz ettim tuzlu sularda,
canını yaktım;
canımı...
yağmur
halen yağıyor
bir damla yağmur korkuyor gözlerimin içinde
ben korkuyorum
ağlama
ağlama
ağlama
yetişsin ıslandığım
üşüdüğüm yetişsin
ellerini
gözlerine vurma
canım yanıyor
tuzlu sularında...
hatırlarmısın
bir karanlıktı,
bir ayışığı
pencereden içeri
ben ellerin olmuştum bir anda
oyunlar oynamıştık
gölgelerle
duvarda...
duvarlarda
ellerim
ellerin olmuştu
vurma gözyaşlarına
canım yanıyor,
ağlama...
...
yağmur yağıyor
binlerce sicim sallanıyor aşağı
ve
herbirinin ucunda bir hüzün
yüreğime iniyor
ağlama...
...
nedir ağrıtan bizi,
kanatan
en iflah olmaz yaralarla
bu
yüreğimizdeki frengi delikleri nedir?
"acı" dersen
"tarih kadar eski" der şiirler
alışılmalımı,
çok tanıdıkmı gelmeli?
ya reddetmek
ya restini görmek hayatın
ver yansın! demek ya?
ağlama,
al parmaklarımı
çak hüznüne
tutuşsun düyna
vur
yansın!
...
ela bir yalnızlığa eş oluyorum gözlerinde
hüznünü öpüyorum
hadi
ağlama...
seni çok seviyorum...

14 Aralık 2010 Salı

yaşam kurşun gibi ağır...

kızıl kanımızda başlayan çürük;
hiç kimsenin hiç bir şeyi olmamak,
umursanmamak,
unutulmak,
sadece akılların bodrum katında küflenmiş bir hikaye olmak...

ve
hayattı akıp giden
parmaklarımızın arasından,
kısacık bir ırmaktı,
biz sonsuz sandık,
umursamadık...
farzetmekten ibaretti herşey
herşey ertelemekle geçti
kocaman ve dipsiz bir torbaydı yarın,
içine geleceğe dair ne varsa tıka basa doldurduğumuz,
çöpe attığımız sonra...
son baharımızda
dalımıza takılı kalan son yaprağımıza umut bağladık
henüz sarıya tam dönmeden daha...
hangimiz yaprak,
hangimiz son güneş?
...
ne güzel seyrederiz kızıla çalan yaprakların soğuk yangınlarını / öykülerini bilmeden...
bizide öylemi severler; uzaktan kızarmış son rengine bakarak ömrümüzün,
sevip sevip giderlermi önümüzdeki kışla başbaşa bırakarak?
herkes çekilince başlayan rüzgar,
her sabahında ömrümüzün parmaklarını sızlatan kırağı
küsmelerimiz
ve
bir sabah bizi terkeden dal
sonra
kızıl kanımızda başlayan çürük;
hiç kimsenin hiç bir şeyi olmamak,
umursanmamak,
unutulmak,
sadece akılların bodrum katında küflenmiş bir hikaye olmak
ve
bir ilkindide
hiç tanımadığımız bir imamın
inanmadığımız dilde okuduğu sal'a
ve
herkesin riyakarlığı bir daha ;"iyi bilirdik"
aslında
iyi bilen bizdik
ve
kötü yanılan!
/hangi anne gelip yıkar yüreğimizin kanayan dizlerini bu son düşüşte,
uyuduğu uykudan?/
...
oysa
ne kelebekler konup konup geçmişti üzerimize,
ne güzel şarkılar söylemişti aşkın binbir dilinde yaz böcekleri...
biz her güneşte daha rengarenk
her geçen gün dahada güzel...
ne güzel inanmıştık
kendimizi kandırmıştık yada...
...
kelebeklerin, böceklerin, günlerin, güneşin,ayın, yıldızların ve hatta yağmurların bile sadece an'lık heveslerinin kasıklarındaki edepsiz sancı dinene kadarmıydı sevildiğimiz?
ya bizi hiç bırakmamasına köklerimize sarılan, yalvaran,ağlayan toprağa ne demeli?
...
birden farkederiz ki
çekip gitmiştir rüzgarlar,
uçurtmalarımızın en son gayreti asılı kalmıştır havada
son bir umutla
ve
yaşam kurşun gibi ağır...
...
sevme demidir şimdi
son yaprağın dalına
dalın gövdesine
gövdenin köküne
kökün toprağına sımsıkı sarılma demi
ve
hiç bırakmamak tuttuğumuz elleri...
...
o ağaçlarını hatırlıyorum
benim yanlış okuduğum...
nede güzel paylaşmışlar yaşamı
nede güzel karşı durmuşlar
ne güzel bir isyandır bu?
...
son yola çıkışımızdır farkındamısın?
tüm limanlar başkalarına,
başka bekleyişlere satılmış,
artık hiç bir gemiyi bekleyemeyeceğiz
ve
içinde bulunduğumuz tufan...
ben yüzme bilmem
kulaçların kulaçlarım olsun
nefesin nefesim
kurtar bizi bu karanlık sulardan...
...
a&m
görsel:nehir / n.u

12 Aralık 2010 Pazar

uyan, yıldız topla sar yarama

uyan,
buğulu camlarda adın akmadan...

camlara bakıyorum
gözleri dolmuş
dokunsam akacaklar
yinede
adını yazıyorum,
ağlıyorlar...
saymadım
kaçıncı sabahtır bu
sensiz
sessiz
ve
ben
çaresiz...
saymadım çaresizliğimi
parmaklarımı sende unutmuşum
sayamadım,
korkuyorum her sensizlikte yüreğime attığım çentiklere bakmaktan,
çoğaldıklarından korkuyorum,
gittikçe çoğalacaklarından...
...
bu gün hava kapalı, sen uyuyorsun ve güneş doğmayacak... ben her sabah güneşten önce seni görmek için gözlerini açışına hazırol'da durduğum gibi bu gün duramıyorum ve küsüm yokluğuna!
uyu istersen, derin bir rüyaya dal ve ben olayım rüyanda ve öyle uzun sürsünki bu rüya "aman sabahlar olmasın!"
uyu,
ben gelesiye kadar açılmasın penceresi gözlerinin, perdesi açılmasın ve içeri sızmasın tek bir gün ışığı, demir kapılar olsun kirpiklerin...
...
şimdi,
bu demde bir bulut olmak vardı
başkaldırıp rüzgarlara
yolumu sana çizmek
yağmak kızıl güllerinin üstüne!
uykunun orta yerinde
yağmur sesi olmak vardı
damla damla
pencerende...
...
dilimin ucunda adın
çeviremiyorum
bir kuş gibi çırpınıyorsun
tutuklumsun,
tutkumsun...
yutkunsam uçup gideceksin dişlerimin arasından,
dilim
dudağım öksüz kalacak
boğazımın kuruluğunu adının suları ile dindiriyorum,
dolup taşıyorsun
akıyorsun;
iki taraftan iki deli nehir gibi göğüs uçlarımdan aşağı
mezopotamya oluyor sol göğsümün senli yeri
yokluğun kadar çorak
varlığın kadar bereketli...
"böyle bir sevmek görülmemiştir" diyor bir şarkının bir dizesi, gözlerimin pusu ile onaylıyorum...
...
cam kırılıyor bir yerlerde
can diyorum
canım diyorum
canım yanıyor
sarsak bir sabaha karşıda
bir kez daha seni özlemenin en can alıcı yerini geçtim derken vuruluyorum...
uyan,
yaralıyım,
kanıyorum...
bırak uyu dediklerimi,
ben gelesiye bekle dediğimi bırak,
uyan,
yıldız topla sar yarama...
sabah olmadan,
yıldızlar solmadan,
ben ölmeden ağır aşk kaybından,
uyan...
uyan,
buğulu camlarda adın akmadan...
...
a&m

11 Aralık 2010 Cumartesi

kavgaya ve sana dair

sınırları uçsuz bucaksız
kardeşliği sonsuz
o
uzaktaki güzel insanlar ülkesine gitmek için vurduğumda yüreğimi omzuma
daha onyedi bile değildi yaşım,
sürgüne o günden yazılmış adım...

hep,
sekiz, on adım gerindeydim senin,
izlerini takip ediyordum
ve
imkansızdı zaman denen aralığın kapanması
yinede
peşinde
o
ufacık ayak izinde...
birinde istasyonun duvarına yazı yazarken gece
bir yandan devriyeleri gözetlerken,
bir yandan pusu
bir yandan
ölüm korkusu
ve
gençlik heyecanı işte
senin adını yazmıştım kan kırmızı
ve
kocaman harflerle,
umudumdun...
yine birinde
ankarada
zafer çarşısında
korsan birer bilidiriydi sana yazdığım mektuplar ve şiirler,
görmeliydin yakalandığımda bendeki o gururu
ağzı dolu küfrettiğimde zalime
sen
ne bileyim
belkide bir dağında tuncelinin
erzincanda belkide
izmir yada
yada bursa...
bir yerlerde işte
habersiz benden
sevdamdın...
vurulduğumda;
delindiğinde sol sırtım
yürek yürek oyulup,
ciğer ciğer dağıldığımda,
ak karlar üzerinde
al gelincikler açtırdığında kanım
soluğum hızlanıp
gözlerim kapanırken
ellerin olsun istedim
gözlerimin üstünde
sen
dedim ya
bilmem hangi coğrafyada...
...
senin
hiç
haberin
olmadı...
...
dem
intihar demiydi
acıya çalıyordu yalnızlık
ve
buruktu herşeyin tadı...
bit pazarında
kendine ip ararken boynum
pazarlığa tutuşmuşken ikinci el tezgahlarda
üç aşağı
beş yukarı,
nasılda sevinmişti ömrüm
nasılda sevmişti
bu köhne hayatın terkini
bayramlık elbise alan çocuk gibiydi...
...
sonra sen
onca kalabalığın içinden
ince bir tebessüm
ve
ağız dolusu bir selam
...
ahhh
haritamın bulunmazı
kaç pusula ihanet etti bana sana gelen yollarda
kaç çığ düştü yoluma
tam elimi uzatıp yakalayacağımda...
kaç soğukta dondum,
kaç tipide boğuldum...
yıldırımlarla vuruldum kaç kez
kaç kez şimşeklerle yandım
ıslandığım hiç geçmedi
ve
hiç bir güneşe asmadım kendimi!
...
evet,
sen;
son anda gelen;
saklım,
gizlim,
yasaklım...
hiç bırakma beni
bir dağ gibi dur arkamda her zaman
dik
ve
vakur...
bil ki
sensizlik yaman!
...
"başını omuzuma yasla
gögsümde taşıyayım seni
gövdem gövdene
gövden gövdeme can olsun" /a.kaya
...
a&m

9 Aralık 2010 Perşembe

adım ölü bir deniz feneri

bir kez daha
ölü doğuyorum gecenin ellerine
adım;
ölü bir deniz feneri konuyor

güneş
sessizce
denize düşüyor,
genizlerde
ağır yosun kokusu...
kuşlar sanki
hiç gelmemişler gibi...
hava gittikçe kararıyor
ve
ben
ıssızlaşıyorum...
lacivert bir korku
griye dönüşüyor gözlerimde,
korku ıslanıyor korkudan
kaçıp korkumdan
korkuna sığınıyorum
korkular içinde
dört yanım korku!
ellerimi sokacak bir koynum bile yok...
neden çalkantılı bu deniz,
bu fırtınayı kim yarattı,
sonu gelmeyecekmi bu dalgaların,
sabrı
daha kaç bin yıl sürecek kayaların?
taşlar çatlıyor göğsümde...
...
kaçsam
firarımı verseler bu akşam
yok yazsalar yoklama defterlerine
ve dahi karalansa adım,
silinse kaydım
bu hayattan...
...
kaçıncı suskunluğun öncesidir bu
kaçıncı deprem korkusu?
suskunsun sen
ve
kudurmuş deniz
ve
sesi ölmüş kuşların
havada çürük kokusu...
...
yıldızlar birer birer vuruluyor,
içimde bir gök yüzü tenhalaşıyor;
lacivert bir korku
griye dönüşüyor...
bir kez daha
ölü doğuyorum gecenin ellerine
adım;
ölü bir deniz feneri konuyor
kulağıma korkular fısıldanarak...
...
hadi
gel
uyandır beni bu kâbustan
yine
sesini duyarak başlayayım güne
ilk sana günaydın diyeyim
sonra balkondaki kediye,
bahçedeki çiçeğe
incir ağacına hatta
hatta
girişteki şımarık güllerin dikenlerine...
hadi
gel
uyandır beni bu kâbustan;
umudun ellerine doğur
umutlu ellerine...
kulağıma sevgi oku
adımı aşk koy yeniden
ve
ben
öpeyim seni
en bahar yerlerinden...
...
a&m

2 Aralık 2010 Perşembe

kalbi kırık madonna

"Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya başlıyorduk"
sabahattin ali

bir anda oldu herşey,
bir anda buldum hayatımda kaybettiğim ne varsa,
uçurtmam,
topacım,
misketlerim,
kuşlarım,
ateş böceklerim...
neyim varsa dünde kalan hepsi sendedir, senin yüreğinin cebinde,
hatta çok sevdiğim; mavi, omzu beyaz kazağımda sendedir, eldivenlerim ve kapıdan kaybolan o siyah sümerbank ayakkabımın teki bile sende...
bir gece salıncağımı alıp gittiğinide unuttum sanma,
bahçe kapısının arkasına sakladığım meşin topumu...
...
sahi,
ben
nerede kaybetmiştim seni?
o şehir
her sönen ışıkta üzerime şarjörlerini boşalttığında yanımdaydın,
yanında vuruldum,
bahtına düştüm!
ağır düş kaybından şuurunu keybettiğinde yüreğim
ellerindeydi ellerim...
çok iyi hatırlıyorum,
beni diri tutmaya çalışıyordun;
suni tenefüsler yapıyordun direncime
sevgi fısıldayarak...
çok iyi hatırlıyorum,
şiirlerde acil aşk anonsaları yapıldığında ilk sen koşmuştun,
gülümsetmiştin,
kendimden geçirmiştin...
sonrasını
anımsamıyorum...
...
bir otobüste gitmişti
şehla bir çocuk bakışı,
yüzündeki gamze,
gözlerindeki o ela hüzün
bir gece
sessizce
bir otobüste...
içimden
bir kuş havalanmıştı
uyandığımda,
kaç bin yıl önceydi
hatırlamıyorum...
...
sen
yoktun;
bir varmış
bir yokmuş olmuştun
tüm masalların başında
ve
ben
hiç bir masala inanmadım
o günden sonra!
...
gözlerimi kırlangıçlara verdim
peşinde yedi iklim!
hallaç oldum dünyaya
çırpıp düne attım
zamanı
kaç bin yıl inledi yayımda
kaç bin yıl toza karıştı
bulamadım!
biliyordum
sen
en içli şarkıların sözlerinde saklanmıştın
ama
ben
laldım...
...
son
bahar mevsiminden geçerken gördüm,
hüznünden tanıdım seni...
her uyandığında,
güldüğünde güneşe,
umut ettiğinde,
kırılmış sürgün/üm,
yüzde gülüş yarım kalmış...
/bilmezmiydin,
sen
hoyrat ellerin harcı değildin/
kokun hiç değişmemiş biliyormusun?
saymazsam sesindeki çatallaşmayı
gözündeki ela kederi saymazsam
ve
ellerime yabancı olmuş saçlarını
sen
o eski sen;
o
evvel zaman içinde kaybettiğim çocuk
halen...
incecik parmaklarınla
renk renk karıştırıp dünyayı,
aradığın benmiyim
sellükaların morunda,
kırık kalpli madonna?
...
bir anda oldu herşey,
bir anda buldum hayatımda kaybettiğim ne varsa,
uçurtmam,
topacım,
misketlerim,
kuşlarım,
ateş böceklerim...
neyim varsa dünde kalan hepsi sendedir, senin yüreğinin cebinde,
hatta çok sevdiğim; mavi, omzu beyaz kazağımda sendedir, eldivenlerim ve kapıdan kaybolan o siyah sümerbank ayakkabımın teki bile sende...
bir gece salıncağımı alıp gittiğinide unuttum sanma,
bahçe kapısının arkasına sakladığım meşin topumu...
...
çocukluğumu buldum,
al çocuk yanımı
kırık yerine sar...
...
hadi
gel
kanatlarımın altına
çevirip zamanı geri
on yedi yaşımıza
hadi
gidelim
kırık kalpli madonna...
...
ve
elbisenden kopardığım iki parça
halen bende
en güzel yerimde...
...
hadi,
kalk gidelim
on yedi yaşımıza
evvel zaman içinden
zamanın sonrasına...
...
kalbi kırık madonna
"aymışam yarı gecede
seni bulmuşam sonradan"
hadi...
...
a&m