20 Şubat 2011 Pazar

mavi saçlı şiirlerimin annesi


ne zaman
nefes alsam
sen olursun mevzu...
rüzgar esende,
gece olanda,
ve gün ışıdığında,
yelkovan her saniyenin üzerinden geçince mesela...
ne alaka şimdi ayvalık tostunu ısıran çocukta seni hatırlamak,
at nallarının arnavut kaldırımlarda çıkardığı seste,
bir rum evinin penceresindeki ortanca ile ne alakan var senin,
ya da ikinci mevki kompartmanlarda sigaraya ses etmemelerinde?
mesela biz seninle hiç uçurtma da uçurmadık,
rüzgarla sevişen ipler zorlamadı hiç,
kırmızı dutlarda kızaran ellerimi geç,
böğürtlenleride yok say,
parmaklarımdaki bu kızıl sancı ile ne alakan?
şarap içmedik mesela seninle,
ama sen saklıydın dün gece
ev yapımı bir şarabın içinde,
çıkıp oradan bir keman sesine girdin,
oradan tül olup sallandın açık pencerede
ve ben uzanıp pencereyi kapattım,
üşümeyesin diye
malum,
mevsim kış
ve sen öksürüyorsun bu ara,
demiştim sana
hava soğuk,
"sıkıca sar boynunu"
bak,
üşümüş, kırmızı serçe ayaklarındasın bu anda...
dün,
nereden geldiyse durduk yerde horoz şekerleri geldi aklıma
leblebi tozu,
baston çikulata,
sarı saman kağıttan matematik defterleri,
siyah önlüğünün içinde küt saçlı bir kız,
ve alican değildi o çöpten çocuğun ismi
cin ali derdik,
yani
dün
ne alakan vardı kibritçi kız ile senin?
...
sancım var bu anda
ve
öksürüklere boğuluyorum,
göğsüm fena batıyor...
sen koyuyorum ağrımın adını
...
sen
her anımda
ve
her zaman
mavi saçlı şiirlerimin annesi;
ömrümün kadını...

15 Şubat 2011 Salı

çocukları barıştır rüzgarlarla

ay ışığına çeksem ellerimi gözlerinden
sonra oturup yıldızları saysak
ağzın
ağzımda

bir gül olsaydım bu gün,
kapının önüne konulsaydım,
koklasaydın beni,
gülümseseydin,
gamze olup batsaydım sağ yanağına...
ahh benim şehla hüznüm,
bela hüznüm,
ela hüznüm,
gözlerinde batan güneş,
bulutların haseti
ve
dinmez hasreti ay ışığının...
terkediyor beni tanrın
yırtıyorum ne kadar kutsal kitabı varsa
asi oluyorum yeniden
bir daha
bir daha
bir daha
şiirlerimi doldurup koynuma
cehennemine koşuyorum...
bir gül olsaydım bu gün
kim vurgun olur benim kadar senin ellerine
ve
söylermisin
kimin boynu ince bir gül dalıdır senin ellerinde?
sana gelme isteğim var,
uçurtmaların kuyruklarına asılmak istiyorum
ama tüm çocuklar rüzgara küsmüş!
hani şöyle gelsem sana
yumsam gözlerini,
elinden tutup götürsem
ellerimi
ay ışığına çeksem gözlerinden
sonra oturup yıldızları saysak
ağzın
ağzımda...
...
koşsam diyorum sana
koşsam
koşsam
anlatsana bana
tahta bacaklı çocuklar
nasıl aşar dağları?
...
bir gül olsaydım kapında
gülseydin,
çocuklar barışsaydı rüzgarla
asılsaydım en mavi uçurtmanın kuyruğuna
bu gün
bu anda...
hadi
gül,
çocukları barıştır rüzgarlarla
ve
kopart at!
takılacağım ne kadar tel varsa
senle aramda...

2 Şubat 2011 Çarşamba

kavgayla yüzleşme

bu gün kavgamla konuştum
yüzleştim kendimle uzun uzun


evet hasan abi,
bu gün seninle konuştuk uzun zamandan sonra
sesinden anlamıştım bir şeyler... güzel bir şeyler olduğunu
ama
bir kırıklık vardı hasan abi
sesin cam gibiydi
ve
bir çocuk taş atmıştı sanki
sanki o çocuk bendim hasan abi,
inkar etme,
belliydi...
unuttum sanma hasan abi
seni asla unutmam
sen benim
kardeşim,
çocuğum,
anam,
babam...
unutmam hasan abi
unutmam...
bilirsin hasan abi
ben biraz uçarı
biraz akılsız,
hercai...
kaç pusuya düşmek üzreyken
sen
elimden tutup beni.....
sana hep inandım hasan abi...
ben halen senin çocuğunum,
değişmedim
yandım hasan abi
yandım,
piştim,
çiğ kalmadım
ama değişmedim...
sesim halen yankılanır dağlarda
halen bir şahan kanadıdır gölgem
sarp kayalıklarda ,
uçurum boylarında seyiren bir küheylanım halen,
halen kıyısında beklediğin sularda balıklarla yarış ederim,
ıslığım martı sesidir...
yağmurum ben,
şimşek,
yıldırım
ve
bir gök kuşağı
ve
en çokta yarınıyım karanlık gecelerin
aydınlık
ve
sıcak...
uzun zaman geçti değil mi?
sen ne sandın?
bana sen öğrettin dik durmayı,
eğilmemeyi,
bükülmemeyi
ve dahi
vurulup ama ölmemeyi sen öğrettin hasan abi
ki öğrencinsem ben senin
inanıyorsan adıma,
andıma,
ahdıma inanıyorsan hasan abi
hiç bir gölge düşürmeyeceğim o ak alnına
inanki...
ama
ben yalnız kaldığımda
savunmasız,
ap açıkta bir av gibi
tüm gezlerin, gözlerin, arpacıkların hedefiyken
hayatı seke seke yürüyen bu aptal kalbim nişangahken hasan abi,
yani
vurulduğumda
yaralandığımda,
topal kaldığımda,
kaçamayıp yakalandığımda
sen yoktun hasan abi
gitmiştin
akıp giden kanım gibi,
kan kaybımdın hasan abi...
haşa!
ihanet değildi bu terkediş
yanlış anlama
ama
bana kavgayı öğreten sen,
birden kaybolman
bilemiyorum
ama sana küsmediğimi bil hasan abi,
kırılmak dersen,
kırılan bir dal sesi duydum
hafiften
ama tuttum
hayatı,
kavgayı,
sevdayı tuttum abi
kırılmaları unuttum...
...
bu gün
bir mum alevi gibiydi sesin
ve
üşümüştü benim militan yüreğim
ısından değil hasan abi
ışığından,
o ışıklı yolundan hasan abi
ısındım...
bir çocuk,
daha dünki
o küçük kız
kavgayı kazanmıştı
benim bebek sevgilim...
...
sesinden anlamıştım bir şeyler... güzel bir şeyler olduğunu...
...
ey benim koca çınarım
kovuğunu boş tut hep
ne zaman siyah yağsa yağmur,
ne zaman ıslanacak olsam
kaçıp kovuğuna sığınacağım...
...
ben değişmedim hasan abi,
halen bir şahan kanadıdır gölgem
sarp kayalıklarda,
halen sesim yankılanır dağlarda,
uçurum boylarında seyiren küheylanım halen...
değişmedim,
değişmeyeceğim...
...
sen davamsın,
inancım,
kavgam
ve
en onulmaz sevdamsın,
yoksul çocukların üşüyen parmaklarındaki kaarıncalanma
ve
aç karınlarındaki sancısın
düşlerim yarına dair
sen
devrim umudumsun...
...
bu gün kavgamla konuştum,
yüzleştim kendimle uzun uzun...