30 Kasım 2010 Salı

gece

bir anda kopuyor fırtına,
deniz bir anda kuduruyor,
bir anda büyüyor
sandalların gözleri korkudan...


dün gece
sarhoş bir karanlıktı
körkütüktü
sağa sola çarpıyordu,
bir şeyleri kırıyordu içinde
kanatıyordu,
kanıyordun,
kanıyordum...
ellerim
bir ölü eli kadar soğuk
ve
tarih öncesi kadar uzaktı;
uzak ve soğuk
yaramı/zı saramıyordum...
...
kaçtım
...
dağa vurdum kendimi
ya dağı vuracaktım
ya beni!
...
korktum!
...
pişman bir eşkiyaydım inip dağdan
sığındığımda sesine
ve
sesin
kadife bir gül yaprağı...
...
ellerimle barıştım sonra
öptüm sana dokunan her yerini,
kendimi kucakladım...
gül/dü ellerim sesinde
ve
açıldı,
çiğ düştü gözlerimden içine...
...
sonra
ateş böcekleri
kıyamet gibi,
şarkılar söyleyerek
senin sesinde...
...
şimdi
kapat perdelerini,
ışıklarını söndür
ben geliyorum
avuçlarımda ateş böcekleri...
...
serp odaya
yıldıza kessin her yan
yıldızlar ateş alsın
ve
aşk
yeniden
yeniden
yansın...
...
a&m

29 Kasım 2010 Pazartesi

mor hüzünlü küçük peri

"ben hüzünlü küçük bir periyi biliyorum
...
küçük,
hüzünlü bir peri,
geceleri bir öpücükle ölen
ve
sabahları bir öpücükle yeniden doğacak olan..."
füruğ ferruhzade

takvimler güz diyordu;
yaprakların ağaçlardan birer birer terkini verdiği zamandı
içinde zamanların,
zaman unutulmuşlar zamanıydı,
geç kalanlar,
arkada kalanlar
ve
döne döne
sarıya vurdukca
yapraklar
hüzün diyordu zaman
yüreklere basa basa
hüzün!...
zaman
serin gecelerle sevişmelerde
karnı burnunda sabahlara uyanıyordu;
bulantılara tutuluyordu bulutlar,
ak saçlarına kara düştüğü zamandı...
toprak açtı;
yağmur bekliyordu
korkunç bir iştahla
ve
bir köşede sinmiş bir yalnızlık korkuyordu,
"akıp giderim" diye
ve
zaman
yalnızlık diyordu
inatla!
...
yalnızlık zamanıydı evet,
iliklere kadar üşüten bir ayazdı yalnızlık
ve
gözler hiç bir bekleyişi beklemiyordu artık!
sadece uzaklardan gelip uzaklara giden göç sürüleri içinden geçiyordu gözlerinin
mor hüzünlü küçük perinin...
dedim "ellerin üşüyormu?"
"yok" dedi
oysa
sokak sokak
cadde cadde üşüyordu
bulvarlar ayaz olup üzerine yürüyordu
yalnızlığının şehrinde...
şiir şiir dolduğunun,
şarkı şarkı ağladığının tanığıyım
ve
korkuyordu
birer birer düşen yapraklara bakıp,
hangisine tutunmalıydı?
"korkuyormusun?" dedim
dediki "aştım ben bu dağları"
dediki "okulunu okudum yalnızlığın"
dediki "kitabını yazarım"
dediki
dedi
ama
o peri
içine örterdi pencereleri,
kapıları içine...
bir ben görürdüm,
bir ben bilirdim...
bilirdim,
korkusunda korktum;
yalnızlığında irkildiğim mor hüzünlü küçük perinin...
...
en son göçtü
gözleri dalgın
ve
bakışlarının içinden geçerken
geç kalmış son kırlangıç
"güzz" dedi yüreği
mor hüzünlü küçük perinin
vuruldu kanatlarından
avuçlarına düştü yüreğinin
"aşk" dedi düşerken
"aşk olsun"
...
bir sabah, deniz vaktiydi,
mor hüzünlü küçük perinin hüznünü öptüm morarmış dudaklarından,
saçlarından yalnızlığını,
ürpertilerini alıp koynuma soktum gecelerde,
her sabaha karşı öpen ben oldum
ve
parmaklarına
kırlangıç kondurdum...
...
döne döne
sarıya vurdukca
yapraklar
hüzün diyordu zaman
ama
"aşk" oluyordu
aşk!
herşeye rağmen!
mor hüzünlü küçük periyi yüreğinden öperken...
...
a&m

25 Kasım 2010 Perşembe

sesim üşür...

hükmü yitmiştir
tüm ateşlerin
senden başka...

sesim üşür
evet,
üşür
etim üşür gibi...
...
bir ustura parıltısı olur özlemek seni,
ışıldarsın,
boynuna dayanırsın...
dokunmadan tenine
genzi yakarsın,
/akmadan daha/
kan kokusunda...
korkar ölürüm diye,
kaçar,
mülteci olur
sığınır
gecelere...
buz
ve
keskin bir soğuktur
yalın ayaktır,
eti yapışıp kalır bastığı yerde
potinlerini rehine bırakmıştır,
paltosu hiç olmadı,
kazağı lime lime;
kaç yüz yaşında unuttum,
ellerini buluyor
cepleri yok,
ceplerini buluyor
elleri...
üşür...
...
sana doğru koşar,
soluğunu kesercesine,
kendinden geçercesine,
ölürcesine,
zerdüşt yanı tutar...
adın
mushaf-ı reş'tir,
varlığın
uzakta
uzakta
uzakta bir ateştir...
koşar,
cennete koşar gibi
inançla
ve
iştahla
tanrıyı bulacak gibi...
...
yorulur,
düşer,
kıvrılır bir firavun ölüsü olur
çekip karnına dizlerini...
çırıl çıplaktır
karlar yağar sırtına,
fırtınaya tutulur...
...
evet,
üşür
sesim
yokluğunda...
...
a&m

23 Kasım 2010 Salı

senden sonrası hiç!

"yaprak olur
güze düşer yüreğim
çürür gölgesinden önce
sonrasında hiç!"


"seninle birlikte olmak;
gökyüzünde dans eden sığırcıklar gibi
eşsiz,
soluk kesici,
muhteşem...
esen ufacık bir rüzgarda
dallar kırılıp
dökülünce yaprak gibi sığırcıklar
terkedince çığlık çığlık
bom boş bakan
öksüz bir gökyüzü kalır
senden sonrasına
bizden miras"
...
N.U
...
bir bıçaktır sonrası
değmiştir bin yıllık yaraya
ortalık kan-revandır...
ne gök yüzü o kadar mavi,
ne güneş o kadar turuncu
korkunç bir aydınlıktır...
ay,
sokak ortasında
yatar boylu boyunca;
sırtında bıçak!
yıldızlar vurulmuştur koynunda,
bir garip karanlıktır...
havada
bir asılmış hüzünümüz kalır,
birde
resimlerde
solar yüzümüz...
senden sonra
hiç!
...
ellerimde
bir derin uçurum olur
ellerinin boşluğu
ellerini çekersen eğer...
aşağısı yangın,
aşağısı cehennem,
bıraktığın an
bir kırık kuş kanadıdır zaman,
yüreğim düşer,
düşerim...
dilinden yanarım önce
gitmekten söz edersen,
gidersen
ayak izinden,
gözlerimden yanarım
peşin sıra...
dokunduğun her yerimde
bir sarı kavrulmuşluk
binlerce kor düşer tenimin her milimine
bir yangın sağanağı,
sonrasında hiç!
...
ki
sen beni bulutlarda gezdirdin, elimi uzatıp yıldız toplardım; asmadan üzüm kopartır gibi, ayın altında ellerim tarak olurdu, saçlarını tarardım ve dudakların güneşti, öperdim sıcak sıcak,
öperdim
içim ısınırdı
çözülürdü buzları bin yıllık üşümüşlüğümün...
...
çekme ellerini,
ellerinin boşluğu uçurum olur ellerimde,
yüreğim kırık bir kuş kanadı zamanı
atarım kendimi bulutlarından,
sonrasında hiç!
...
a&m

20 Kasım 2010 Cumartesi

an

yağmur terkediyor şehrimi
bir ay ışığı
lal bir mumu yakıyor
mahkemeler kuruluyor en salaş meyhanelerde
tanığım keman sesleri
ama dinlemiyor hiç bir makam
hükmümü veriyor neyler
tüm kanunlar benim infazım üzre çalıyor,
seni özlediğimi asıyorlar boynuma,
vuruluyorum
şarkıların en can alıcı yerinde

günlerden bu gündü
saatlerden bu saat
anlardan bu an...
yağmur,
sen,
ben;
üçümüz,
birde hüzzam bir şarkı
"bütün kuşlar vefasız"
...
bir dere kenarıydı,
akşamı kırmızıya boyayan sarmaşıklarda dokunmuştuk bir birimize
sar
m/a
şık
bir ince hüzündü...
okul kaçağıydık,
yok yazılırdı defterlere adımız
ve
ben
açtım,
bağırasım vardı
çocuklar gibi
avaz avaz
utanmak nedir bilmeden,
seninse ellerin vardı
ve
hazırdı
kapamaya ağzımı...
/leylaklar kopartıp atardım suya,
dolanıp sana gelirdi...
sendeydi her suyun,
sendeydi her yolun
başlayışı
ve
bitişi
herşey sende başlar
herşey sende biterdi...
uzun bir deresin avuçlarımda;
kader çizgimsin
bazende keder.../
şaraba itekledim,
çakır keyif ettim geceyi
sarı sarı öptüm yapraklarını ağacın
hatta türkü bile söyledim
cehennem kırmızılar utandı...
günlerden bu gündü
saatlerden bu saat
anlardan bu an
yağmur bile aynı yağmur
ama
sen
yoksun...
...
hadi
gel
umudumu harla yeniden
yüreğime su vermem gerek,
zaman kavga zamanı,
silahsızım
ve
bilirsin
ben
su bile içerken
kavga eder gibi...
bilirsin
soluk soluğa,
bilirsin
aç bir çocuk gibi;
bağıra çağıra
kendimden geçerken...
...
kurudu yalnızlıktan
dilim-e dokun,
dudağıma...
...
akşam ağlıyordu;
bulut bulut akıyordu
gözlerinde
/
gözlerimde
bir ben ıslanıyordu
ben;
çıplak,
yalınayak,
üşümüş...
...
saatlerden bu saatti
dilimin ucunda
bir martı,
buluttan kanatları...
"ne?"
diyorsun
"ne düşünüyorsun?" diyorsun,
kaçamak yanıtlar veriyorum,
dalgın elbiseler giydiriyorum sus'uma
"hiç" diyip kestirmeden düşüyorum
yüzü koyun
üstüne,
ağzım dolu aslında
ben
unutmuşum konuşmayı,
kelimeleri doğrultamıyorum;
kuramıyorum hiç bir cümleyi...
tüm savaşların yenilmişi,
yara içinde;
sakat
ve
zincire vurulmuş;
kalkamıyorlar ayağa,
"lal" de sen buna...
...
dilimin ucunda bir martı çırpınıyor;
dişlerimin arasında,
canını yakıyorum,
canımı...
...
yağmur terkediyor şehrimi
bir ay ışığı
lal bir mumu yakıyor
mahkemeler kuruluyor en salaş meyhanelerde
tanığım keman sesleri
ama dinlemiyor hiç bir makam
hükmümü veriyor neyler
tüm kanunlar benim infazım üzre çalıyor,
seni özlediğimi asıyorlar boynuma,
vuruluyorum
şarkıların en can alıcı yerinde
an
o
an; gittiğin akşamlar gözünü bırakıp arkada
an; o yalancı ayrılıkların başında
seni bırakamadığım zaman...
...
martılar,
ay ışığı,
ben
senin bıraktığın yerde
ve
kulağım
kirişlerini parçalar
ayaklarının sessizliğinde,
gel!
sus'tan arındırdım dilimi
çabuk gel
özlediğinden çok gel
özlendiğin kadar gel...
...
a&m

15 Kasım 2010 Pazartesi

iyiki doğdun...

"eski bir rum kasabasıydı
seninse adın
henüz
annenin kasıklarındaki sancıydı
...
iyiki doğuyordun..."


bir kadının karnını o minik ellerinle tırmaladığında, o onulmaz sancıları yarattığında telaşlı bir adam düşlüyorum...
kadın bir kırmızı uçlu gelincik sigarası daha yakıyor, sen bir daha zorluyorsun, sigaranın kökünü ısırıp kopartıyor, karton bir kutu elinin içinde eziliyor...
telaşlı bir adam düşlüyorum; ne yapacağını bilmeyen...
bir anneanne telkinler veriyor,
kadın sigara paketini eziyor,
adam telaşı
kadın dayanamıyor,
yelkovan akrebi tam on ikide kıstırmış,
kadın bağırıyor; elini sokup kendini deşesi var,
bir anneanne telkin veriyor
havada bir yarım ay
aralayıp sisleri
kadının çığlıklarına bakıyor...
...
ey salkımın son tanesi
/ne zormuşsun sen/
bağlar bozulmuştu oysa,
herkes eve çekilmişti
ovalarda kimsesiz bir sükut
ve
rüzgar yaprakları katıp önüne,
o bildik türküsünü...
sen
bir birine katıp tüm notaları
bir gecenin tam ikiye bölündüğü yerde
çığlık çığlık...
sus-pus olmuş tüm saatler
kadının nefesi kesilmiş
adamın nefesi kesilmiş
gecenin nefesi...
sen
bir bebek sesinde
devrederken bir günü
öteki güne
sarı bir kasımpatı açtı
en ortalık yerinde
on birinci ayın,
avuçlarında kendi dünyan
sım sıkı...
ve
erguvan ağaçlarının en mor anıdır,
kırmızıya vurmuş kendini sarmaşlıklar,
tüm yapraklar sarı bir sevdaya kavruk
ince bir hüzün saklı içinde;
/öyle bir çizmişki ressam
benden başka hiç kimselerin göremediği.../
yani mevsim son deminde
son durakta
son yolcu
salkımın son tanesi
son emaneti kadının,
son sancısı
adamın son mutluluğu,
son gülüşü belkide...
kırmızı uçlu gelincik sigarası içerdi kadın,
adam kadının sigarasından yakmak istedi
saat tam on ikiydi
ve
en güzel ayıydı son mevsimin
yarısının
tam yarısıydı
bir çocuk
el atıp kendi göbek bağını kopartıyordu...
...
sıfır rakımlı o şehirde
el ayak çekilmişti,
sönüyordu tüm lambalar bir rahatlık içinde,
şehir uykuya dalıyordu
ama
sen
daha yeni uyanıyordun...
ben
şehrin tabelasına
bir nüfus daha ekliyordum
ve
kimseler görmeden
sesine kelebekler konduruyordum;
ağzından öpüyordum...
...
hoş geldin...
.
.
.
eski bir rum kasabasıydı,
geceydi
deniz yorgundu
sen gülüyordun
martılar konuyordu sesine...
uyuyordun,
bir yarım ay öpüyordu uykundan
gülüyordun...
...
ellerimi değiştim ellerinle
uyuyordun,
görmedin...
benim elimle tutarmısın kendini,
saçını okşarmısın,
ve
korktuğunda
sararmısın korkunu?
eski bir rum kasabasıydı,
geceydi,
uyuyordun,
ellerimi değiştim ellerinle...
...
başını omzuma yaslamıştın,
karşıda bir çift ağaç;
bir aynaya bakar gibiydik
sonra gözlerimize baktık,
mas mavi bir sonsuza doğru...
aktık;
bem beyaz...
...
eski bir rum kasabasıydı
ve
akşamlar erken olurdu
adı ayrılık konurdu...
...
eski bir rum kasabasıydı
seninse adın
henüz
annenin kasıklarındaki sancıydı
...
iyiki doğuyordun...
...
a&m

12 Kasım 2010 Cuma

öyle bir geceki...

"aşkın boyunduruğunda
iki gövde olmuşuz
bunca lanete rağmen"

Görsel:Nehiro
...
bir
mavi yangındı,
pervasızdı!
etimize üşüşen ateş ağızlı karıncalardı...
gözlerini yummuştu yıldızlar,
ay utanmıştı...
ya da
en güzel demli şaraptı...
ter
ve
kandı
sarmaşık oyunlar oynardı
gül bedenlerde,
hızlı nefes alıp-vermece,
soluk kesmece,
et dişlemece...
ve
öperdim seni
bir daha,
dudakların renkte açardı tüm karanfiller,
aşk kokardı...
bir daha öperdim seni ağzından
bir daha,
başı dönerdi kokudan,
sarhoş olurdu / rüya korkardı...
öperdim seni ağzından
gözlerin samanyolu olurdu,
yiterdi hükmü zamanın,
yerden kesilirdi;
yerçekimine baş kaldıran ayakların...
bir ışıktık;
binlerce yıl öteden gelip,
binlerce yıl öteye giden
an'ı dudaklarında yakalardık!
sorsan bilmeyenlere,
bir yıldızdık,
kaymıştık...
asla
ve
asla!
biz,
bir bıçaktık
ve
gecenin bağrını yarmıştık...
...
ve
ben
uzak dağların
barbar atlısı
doymazdım seni talan etmeye...
...
sonunda
ince bir çiğ olurdu yorgunluğun
gül yaprağında...
...
a&m
...
Görsel için sevgili Nehiro'ya teşekkürler...

11 Kasım 2010 Perşembe

sus-ma

kopartıp attığında gözlerimdeki
ebe örtüsünü
kör bir oyunda,
"elma" diye bağırdığında
saklanbaçlarda,
badem ağacına takılı uçurtmamı çekip alacaktın...
hani?

ve
ben
sığınacak bir tanrı arıyorum
ellerinin gölgelerinde...
ellerin o kadar uzak ki
ve
yummuşlar gözlerini,
üşüyorum...
ey üşümüşlüğümün tanrısı,
ey diş dişe vuruşlarımın,
ey titremelerimin tanrısı,
çek al beni ayazından suskunluğunun,
üşüyorum;
bir serçenin
morarmış ayakları oluyorum,
iştahını kabartıyorum donmaların...
"sus" ların
mil çekiyor dilimin gözlerine
tüm harfler cam kırığı
dilimi basıyorum üzerlerine;
kanıyorum...

/ey koca kadın
sen
benim
on yedi yaşımsın;
sakladığım beyaz kağıtlarım,
eflatuni kalemimsin...
avuçlarında misketlerim saklı,
cebinde topacım...
kopartıp attığında gözlerimdeki
ebe örtüsünü
kör bir oyunda,
"elma" diye bağırdığında
saklanbaçlarda,
badem ağacına takılı uçurtmamı çekip alacaktın...
hani?/
...
susunca
felaketim olur,
yer yerinden oynar,
dağlar patlar kulaklarımda
ve
yetim kalır çocuklar,
dağılmıştır kuşların yuvaları
ve
mevsim kıştır...
...
bir şeyler söyle,
beni özlediğini mesela,
mesela sevdiğini,
mesela saçlarımla oynamak istediğini,
mesela...
...
ey üşümüşlüğümün tanrısı,
ey diş dişe vuruşlarımın,
ey titremelerimin tanrısı
gülümse,
yık mabetlerini,
kır putlarını sensizliğimin!
bana bir ses;
sıcacık koynun olsun...
...
sığınacak bir tanrı arıyorum
ellerinin gölgelerinde,
ellerin o kadar yakınki,
aç avucunu
şiir alayım bir demet,
saçlarına takayım...
...
a&m

9 Kasım 2010 Salı

hadi...

"şiire
ve
aşka
buluyorum tüm sözcükleri,
aşk/t/a buluyorum
aradıklarımı,
adadıklarımı boyuyorum
aşkın teninde,
aşk renginde
ve
şiir renginde
ateşler yakıyorum;
yine
bir geceyi
sana
kurban ediyor;
ateşe veriyorum..."

Görsel : Nehiro

"bilirim
sevdiğini,
yine de sen
sığındığı gökyüzünde;
mavi gölgeleri ile
oynaşan yıldızları görürsen,
ve
camından içeri bakan
firari bir kırlangıç’ın gözlerinde
hatırla beni...
ben varsam eğer
yüreğindeki
o
derin göllerde
bil ki tüm zamanların
sonrasızlığında
içimdeki özlemlerindir sana akan;
köpük köpük,
dalga, dalga
bembeyaz…"
N.U.
...
bu sabah güneş çaldım gözünden kırlangıcın,
avuç dolusu,
yüzüne sürdüm...
uyuyordun,
öyle güzeldinki
öyle güzeldinki
kıyamadım sevmeye,
sanki
mumdan bir heykeldin
öpsem
eriyecektin...
yinede
dokundum;
korktun,
korktum,
aldım korkunu
duvara vurdum,
duvarlar ördüm önüne...
...
perdeleri kapattım,
yapıştırdım takvimin düşen yaprağını yerine
geri aldım saati...
elin oldum senin,
gece çizdim,
sarı sarı yıldızlar,
mavi gölge
ve
içimde biriken o gölde;
senden akan
bembeyaz köpüklerinin içinde
sevmek için seni...
sevsek;
her yanı morarsa gecenin,
etlerinde diş izleri
gül yanığı dudaklarının arasından
ateş alsa
bir daha
bir daha
bir daha yangınların içi,
dinç bir geceyi yorsak,
ölüsünü
kollarında bıraksak...
tarlada tohumun telaşı karışsa tarla kuşunun sesine,
yağmur yağsa,
yeniden,
bir daha
ıslansak;
tere bulansak...
ela bir bakış sonra;
ve
ben
bir daha
soluk
soluğa
o
göle
köpük
köpük...
bir çocuk kulaç atsa gün ışığına
...
"sevmek,
sevmek diyorum bir akşam vakti;
hani balığın suyu sevdiği gibi...
.
.
.
ve
sonra
gülüp geçiyorum aynadaki suretime,
hadi diyorum,
hadi git
git işine…"
N.U
...
/hadi,
kalk,
aç perdeleri,
saatleri ileri al,
yırt takvimin yaprağını
ve
sessizce gel,
/ipe sapa gelmez şeyler saçmalıyorum/
öp ensemden,
uyandır beni
bu şiir
uzadıkça uzuyor;
almış başını gidiyor.../
...
inanma!
...
bırak
kalayım
öyle güzel ki;
aşkın tenine
şiir renginde
özlemler çiziyorum
hadi,
öp
beni;
yeniden yansın gece...
...
a&m

8 Kasım 2010 Pazartesi

ruhuma militan mintanlar giydiririm...

"ruhuma militan mintanlar giydiririm"


kalemleri kırıla!
lal ola dilleri kelam'a!
kim yazdıysa sensizliği alnıma,
hasreti kim yazdıysa!
...
ne zaman
bir camiden
sal'a okunsa
musalla taşlarında yatan ben!
koşarım sonra,
saf tutar,
namazımı kılarım
ve
asi bilirim merhumu
asi ve aşık,
redederim şol cennetini
ol tanrının
cehennem beğenirim
cehennemler içinden
/bana seni gerek seni!/
...
sıyrılırım
tevekkülden kınımı bırakıp
dikenlerinde batılın,
adını
kavga koyarım
sevdanın,
kulağına aşk fısıldayarak...
...
her şafak vakti
senli rüyaların orta yerinde
pusuya düşmüşüm / zil seslerinde
bozguna uğramışım,
vurulmuşum,
yaralanmışım,
yakalanmışım;
gıyabımda verilen bir hükmün kurbanıyım
aramıza dağları
dağlara;
geçit vermez;
aman bilmez yolları hüküm kılmışlar...
zaman,
boynuma ilmikler atar,
tavimler o kadar duyarsız,
saatler o kadar ehl-i keyf!
/daha bin yıl var cumartesiye!/
bin kez infaz edilirim,
sesinde dirilirim
bin kez daha,
bin kez firar ederim
idam sehpalarından,
bulvarlara resimlerimi asarlar!
...
protest şarkılarda geçer hep ismin
davam,
kavgam,
inancım!
ruhuma militan mintanlar giydiririm,
nazlı bir filinta olursun elinde
aşk kuşarım beline
yalım yalım,
değdiyi yeri yaksın,
dağlarına çıkarım...
...
/yalınayaklı bir çocuk geçiyor önümden,
yüreğinin ayaklarında
cam kesikleri,
ama mağrur,
ama yiğit,
selam duruyorum
aldırmadığına kanadıklarının,
dik durduğuna/
gel!
acıkmışsın,
buyur,
soframa otur,
ortak ol kavgama,
birlikte doyalım
ne vermişse sevda...
...
"dönecekler bir gün,
al kırlara,
boz kırlara
güneşi sunacaklar"
diyor bir yiğit şarkı,
umuduma umut katıyor
içimde
bir
sen
daha artıyor...
"yanacaklar
yanacaklar
ama
bir
daha
yalnız kalmayacaklar
iki gözüm kör olsun!"
...
hadi,
şimdi,
çat kapı gel,
çarp kapı-yı gel!
ihtilal seni bekler
"iki gözüm kör olsun/ki"
...
a&m

7 Kasım 2010 Pazar

senin adın eylül olsun

"inat!
geçmiş zamanlara,
aşkla!"

inkar etme
ben bilirim
ince bir hüzün var gözlerinde
hiç bir gülüşün/ün örtemediği...
en çokta içli şarkılar söylersin
avaz avaz
suskunluğunda
ve
kimseler olmadığında
ağlarsında / kim bilir?
kaç iklim dolaşmışsın,
derviş olup;
giyip yalnızlık hırkasını sırtına?
kaç coğrafyanın
en kadim dostusun?
kaç mevsim yanmışsın güneşte,
kaç mevsim üşümüşsün,
ıslandığın kaç mevsim?
...
/birinde seni görmüştüm,
bir sinema önündeydin,
afişe bakıyordun,
cebindeki paranı hesaplıyordun bir yandan
ve
eskimişti ayakkabıların...
kiraz geldi aklına, "en güzeli" dedin,
mevsimi değildi oysa,
yinede uzandın bir dala...
simitçi çocuk bağırarak geçiyordu,
sana bakıyordu alttan alta,
baksaydın eğer "abla, al" diyecekti...
ya serçe?
beklediki çekirdek serpeceksin yerlere,
bilmezdi sen çekirdeği çok seversin,
kıyamadın yinede,
külahı olduğu gibi yere,
hatta avucundakileri,
mutlu olduun cıvıltılarında.../ cıvıltılarıyla sevmiştim seni...
öğlen yemeği niyetine aldığın ekmeği balıklara attığında da ben seni sevmiştim,
martılarla bağrıştığında da.../ bağırışlarıyla sevmiştim; çığlık çığlık...
hani,
yıllar önce bir yağmur yağmıştı,
sen ıslanmıştın,
"bir şemsiye" demiştin...
işte
o gün,
o yağmurda
ben
bir şemsiyeydim,
ben gözlerimi /mi yummuştum/ ki
gör/e/medin...
kar yağmıştı
ayazdı
ellerin üşümüştü,
nefesindim!
hohlasan çatlatacaktım göğün buzunu,
parça parça edecektim!
ama,
yinede
ceplerin oldum...
yorgun bir anında
bir bardak çay kondu masaya
nasılda demliydim
nasılda demli
ve
buram buram...
sahi,
bir bayram öncesiydi
tebrik zamanıydı
ben
bir çocuk kartıydım ellerinde,
baktın
baktın,
defterinin arasına koydun sonra
hadi,
çıkarsana
oradayım hâla...
bahardı,
için kıpır kıpır,
incecik boynumdan tuttuğunu hatırladınmı,
saçlarımı yolduğunu birer birer?
seviyor
sevmiyor
seviyor
sevmiyor
seviyor
her seven bendim...
hatta
sen çocukken
bin yıl önce yani,
yani henüz doğmamışken
sen
ve
ben,
ağladığındım
kağıt helvacı yoldan geçerken
"sus"uydum annenin,
babanın verdiği sarı yirmi beş kuruş,
ağzının tadı,
yaramaz komşu çocukların kıksandığıydım...
çok kere görmüştüm seni
çok kere
çok.../
...
en güzel mevsim/in/de
yetiştim
onca
peşinden koştuktan sonra!
ne yaz
ne sonbahar
en güzel yerde
takıldım
sende kaldım
kırdım kanatlarını göç etmelerin,
vaz geçtim,
sana kondum tüm aklığımla...
...


sarı,
sıcak bir yangın örüyor içime
eylül,
yeni bir göğüs kafesi;
bir telkari ustasının sabrı
ve becerisi...
bu son olsun
senin
adın
eylül olsun...
...
a&m

5 Kasım 2010 Cuma

tedirgin saçmalama

"tüm varlıklar birer gölgeden ibaret,
üstelik
kimliksiz gezer sokaklarda yüreğim,
tutuklanır sonra,
bırakma!"...

...
en tanıdığım yerde
eğreti durmak;
bir kelebek tedirginliği ile,
tetikte!
en sevdiğim yerde
bir çiçek kadar korkak!
sanki
her an
biri
beni
tam orta yerimden
ikiye
kıracak!
...
sadece sen!
zati
en!
bilmezmisin sen?
"aymışam yarı gecede,
seni bulmuşam sonradan"
...
yüreğimi koyup bir bohçaya,
bir sonbaharda,
bir eylül'e kaçmışım,
en son yeşilime umut!
sığınmışım...
tedirgin bir mülteciyim sokaklarında,
üstelik kimliksiz gezer yüreğim,
kimsiz,
kimsesiz!
demiştim sana birinde sevgili "tüm kimliklerime adını yazdım ve resmini yapıştırdım"
evet,
aynen öyle
kim sorsa
adım "sen"
...
ve
birinde
yine
işte
böyle
sen küstüğünde
bir çocuk
büzüştürüp dudaklarını
ağlamıştı içine...
demişti sana
"mermi ol,
"bıçak ol saplan yüreğime,
sebebim ol!"
...
dağlarını yükleme sırtıma
kaldıramam bir kez daha
titanlığım bitti
öldü içimin atlas'ı
terkini verip kudretin
kul olmayı seçti...
...
oraklar girmesin içime
kesmesin başaklarımı
olmadım daha
bir daha yeşermem
düşersem toprağa
...
sevgili,
sen
zati
en!
ezelden gelib
ebede giden
yolumsun...
...
bil!
sen!
en!
...
kimliklerimde adın yazılı...
...
hadi
öğretmenim
düzelt imlamı
konuşmayıda öğret bana
sevmeyi öğrettiğin gibi...
...
kır turna kanatlarının küskün yanını...
...
ve
sevmeye devam et beni...
çünki ben
içimde sen;
bir tomurcuk sevinci,
seviyorum seni
su gibi...
...
a&m

4 Kasım 2010 Perşembe

entel kıza...

...
Diyelim ki ben sana Münir Nurettin'den bir şarkı mırıldansam,
Ya da ne bileyim Mahsuni'den bir türkü...
Mesela şarabı şişesinden içsem,
Elimle kırsam peyniri,
Üzümü salkımıyla yesem,
Kavunu, ağzımı şapırdatarak...
Ve desemki sana
Hayat gülüşlerden ibaret değil,
Ve arabeskte değil ağlamak...
Ağlasam...
Yani,
Böyle anadan üryan sevsem seni,
Çırılçıplak...



Anadan üryan sevdin beni,
Çırılçıplak,
Şarabı ağzımdan içtin,
Peyniri elinle kırarak...
Sevdin beni
Ama
O
Kasaban yokmu senin?
O
Dağların ardında,
O
En uzak!
...
Ahhh
Entel kız
Bu yorgun akşamda
Gözyaşları adıyorum adına
Alfabedeki harflerini
Çembere alıyorum...
Promethaus'u vuruyorum,
Ateşini çalıyorum,
Yangına veriyorum çemberimi...
Yokluğun entel kız
Yokluğun;
Kanlı düşmanım;
Canıma kasdeder...
Son gücüm sende kaldı,
Sensizim,
Yaralıyım,
Yorgunum;
Vuruşmaktan korkarım...
Yokluğun;
Ateşten çember
Ve
Alıcı bir kuş gibi başımda döner...
Gel entel kız
Gel
Bir akrep dolanır damarlarımda,
Korkarım
Gel!
Yoksa kendimi sokarım...
...
a&m

2 Kasım 2010 Salı

yıkıyorum limanları

"ne zaman
bir liman görsem
bağlarım gözlerimi mendillerle,
kör ebesiyim gemilerin,
dokunduğumu yakarım..."


...
limanlarki
ayrılıklara vurgundur,
veda yazar eller sallanışlarda
bilinir yoktur dönüşü,
her giden
bir martı süzülüşüdür;
kendi sessizliği ile gitmiş,
geride kalana çığlık düşmüştür...
çekilince köprüler,
son palamar içeri alındığında
bir sur düdüğü çalar ki;
kıyamet kopar,
mahşer olur
tek kişilik
yalnzılıklarda,
ah
karışır
ah'a,
bir ateş sarar ki yeri-göğü
cehennem bile yanmaktan korkar...
sim siyah olur bir anda sular
ay ışığı bulanır zifire,
katran ıpıltılarda
ölür tüm yakamozlar...
tuz
tuza karışır,
yükselir deniz
ayrılan her gemi
göz yaşında batmıştır
çarpıp tuz dağlarına...
ve
hiçbir sevgili
hiç bir
hiç
dön/e/memiştir...
...
ben
ne zaman
bir liman görsem
bağlarım gözlerimi mendillerle,
kör ebesiyim gemilerin,
dokunduğumu yakarım...
korkarım ayrılıklardan
onun için
sevmemişim kimseleri...
ilk gelenimsin,
son kalanım ol
ve
istedimki
hiç bir limana düşmesin yolumuz
bu yüzden sevgili,
geldiğinde sen,
ilk öptüğümde alnından
o,
derme-çatma iskelede…
ben,
yıktım tüm limanları,
yaktım tüm gemileri,
girdaplar yazdım her yoluna ayrılığın…

kalalım diye
ve
söküp alıyorum,
ne kadar tuz varsa gözlerinde,
denize k/atıyorum...
...
a&m