12 Ağustos 2009 Çarşamba

Uçurum

Kelime sustu.
Kız sustu.
Bakındılar birbirlerine.
“Sen hep oradaydın” dedi kız.


“ Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen
Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu
Şu; Samanyolu, hani avuçlarından dökülenKum taneleri var ya, onlardan birindeyim
Yeni bir yolculuğa çıkıyorum, kar yağıyor
Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte
Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum…”

Kelimenin başı önde. Hiç konuşmamıştı ki. Ne söylemiş olursa olsun kız, bir hayat dahi olsa kızın dudaklarında, susardı kelime.
Hep susardı.
Ve hep sustu.
Uçurum kenarında dururdu kız. Orda doğduğuna inanırdı. Kopamazdı bu yüzden öz vatanından. Bir yere gitmesi gerekse toplar uçurumunu öyle giderdi.
Sağlamdı bastığı yer, düşmesi imkânsız. Çünkü tam ayağının altındaydı kelime. Düşmesinin önünde, engelinde.
Ve sussa da kelime, anlaşırlardı. Kız hep konuşturmak isterdi kelimeyi; ama kelimenin sakatlığı dilinden diye kandırırdı ısrarını. Uzun uzun konuşur, her konuşmasının sonunda ona danışırdı. Gülüp haline devam ederdi cümlelerine. En çok kelimeye adını sorduğunda kızmıştı kız.

“Dönüşen ve suya düşen sorular soruyorsun
Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben
Ve ne zaman birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum

Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahcup.
Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için”

Çünkü cevap aynı sessizlikti. Adını bile söylemezken niye uçurumla aramdaki boşluktasın, niye engelsin diye kaç kez bağırmıştı kelimenin yüzüne avazı çıktığı kadar. Ama aynı renkti kelimenin susmasındaki ton.

“Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit
Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman
Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık
Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tanıdık
Seni bekliyorum orda,
O kirlenen ütopyada…”

Bir gün canı çok sıkkın, bir heykel gibi kıpırtısız duruyordu kız. Kelime korktu halinden. Soramadı da, ayağının altında kımıldadı biraz. Anladı kız. “Niye merak ediyorsun ki, sana ne benden?” dedi. Üzüldü kelime. “Boşluktayım” dedi kız. “Bir adım kara. Kendime baktıkça körlüğüm artıyor.
Nerdeyim,
Niye buradayım,
Kimim ya da?
Sevdiğimi zannettiklerimin yalanlarıyla yanmak ve yanmak. Yoruldum. Yoruldum kimliksizliğimden ve kimliksizliğimin bedelinden. Eceli yok mudur bu kimliksizliğin” Diye ekledi. Sesi kısıktı. Gözünde içindeki yangın için çırpınan yaşlar.
Kelime kıvrandı. Gülümsedi kız. “Üzülme” dedi,” biliyorum konuşamıyorsun ama yine de üzülme. Ama beklide” dedi sonra sesini yükselterek ve ani bir hareketle. “Uçurum çözüm olur… Evet, evet uçurum çözüm olur. En iyisi bu, sen de kurtulursun yükümden.” Büyük bir dehşet kapladı kelimenin içini. Aldırmadı kız, devam etti. Hayır, hayır der gibiydi kelimenin kıvranışı. “Seni hep sevdim” dedi kız, aramızda sürekli bir sessizlik olmuş olsa da.

"Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar
Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa
Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun
Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların
Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar
Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa
Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan"

Uçuruma doğru yöneldi. Kelimeden bir an bir ses duyuldu; “Dur!” Kız şaşırdı. Durdu ama durmuş olsa da düşmesi devam etti. Anlamadı önce, sonra fark etti ayağının altındaki boşluğu. Kelime konuştuğu an kaydı ayağı. Düşüyordu ama yine de yüzünde kocaman bir gülücük vardı. Kelime hıçkırıklarla bağırıyordu “Hayırrrrr!” Kız, “Üzülme” dedi düşerken, “Üzülme ve söylesene adın neydi?”
Kelime donuk ve acı bir sesle “Gerçek” dedi.

Sonra uzun boylu “Sus” lar girdi araya.

Ve sonra yorgun, yaşlı mevsimlerin arasından bir gerçek yeşertti kelime.
Bir ateş böceği ışıldadı,
Bir tohum kıpırdadı,
Bir yaprak…
“Buradayım” diye bağırdı dibine uçurumun. “Buradayım”
Tüm gerçeklerin yalan olduğu yerdeydi akrep ve yelkovan.
Tüm kulakların sağır olduğu…

“Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak
Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin
Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen
Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun
Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada
Esirgeyensin bağışlayansın, biat ediyorum.
Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil”

***
Zaman ben/d/im; Öncesiz ve sonrasız.
Aşktı diğer adım,
Diğer adım acı,
En çokta susarak vurur/d/um.
Sonunda sen beni vurdun; Dayayıp yürek çatıma ayrılığı…
***
Yıldızları sıyırıp attım gece/m/den,
Karaya boyadım mavisini; Mil çekip gözlerime.
Dilime bıçak attım.
Bir daha aşka dair hiçbir şey konuşmayacağım,
Hiçbir şey söylemeyeceğim,
Konuşmazsan eğer çocuk!
***
Susma çocuk,
Konuş…
Konuş ve anlat bana
Nasıl unutulursun sen?
Anlat ve öğret bana,
Acemisiyim seni unutmaların,
Sana kadar,
Sen gelesiye kadar benim hiç senim olmamıştı ki.
Susma çocuk!
Anlat,
Bir şeyler söyle çocuk,
Eskisi gibi.
Rum evlerini anlat mesela,
Mesela takaları anlat bana,
Yaylalara çıkan o tozaklı yolları,
Karadeniz’ide anlatabilirsin çocuk,
Batum’dan Kefken’e kadar.
Arada Sümela’yı atlama sakın, alınırım sana; Küserim.
Bilirsin çocuk sen anlattığında sevmiştim seni,
Anlattıkların kadar deli sevmiştim.
Şimdi yine anlat bir şeyler
Adını aşk koyayım yeniden,
Adını gerçek…
Ve
Aç kulaklarını,
Duy beni,
Buradayım…
Senin uçurumunda çocuk…
***
Sen bakma Ahmet Telli’ye
Yalandan söylüyor o,
Belki sana kızgınlığından.
Aslında;
Çocuksun sen,
Ve bu dünya tam sana göre
Ve
Ben
Kim adres sorarsa sorsun, silahıma davranmadım hiç.
Sor çocuk
Beni eskiden yorduğun gibi
Yine yor…


Yazıda kullanılan şiir : Ahmet TELLİ - Çocuksun Sen - I

2 yorum:

  1. Sor çocuk
    Beni eskiden yorduğun gibi
    Yine yor…

    sormadı bile..
    yormadı bile..

    Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit ne olabilir?

    Susan (yaşlı) bir çocuk..

    YanıtlaSil
  2. cache...
    bir tuhaf oldum,
    yazmayacam birde böyle şeyler.
    )))

    YanıtlaSil