15 Ağustos 2009 Cumartesi

Kırlangıç Hatıraları VIII / Folklorik Drama



“O gün, o iki arkadaşımı en son gördüğümdü.
Bazıları Şener ile Bülent’i dayılarının alarak yanlarına götürdüğünü söyledi, bazıları onların yetimhaneye teslim edildiğini…
Dilerim başarmışlardır.”


Şener mahalle komşumuz İsmet amcanın oğluydu.
İsmet amca kamyonu ile nakliye işleri yapardı, bazen şehirlerarası çalışır, günlerce eve gelmezdi. Dayımın çok samimi arkadaşıydı.
Dayımda kamyonculuk yapardı, çoğu zaman birlikte aynı şirketin nakliye işlerini tutar, aynı zamanlarda aynı işe giderlerdi.

Genç kadındı Gülü teyze, güzel kadındı, tanımadık mahallelerde günlerce yalnız kalmasın diye dayım bizim oturduğumuz mahallede ev aldırmıştı onlara, komşularımız olmuşlardı.
Hem İsmet amcanın kardeşi için hiçte güzel şeyler anlatılmıyordu. Mahallenin gençleri onun mahalleye girişini yasaklamıştı. Gülü teyzeyi rahatsız ettiği dedikoduları çıkmıştı bir zamanlar.

İşe gittikleri zaman dayımın hanımı ve Gülü teyze ya dayımların evinde kalırlardı ya da İsmet amcaların evinde. Arada bir bize de geldikleri olurdu, bu yüzden Şener ve abisi Bülent ile samimi arkadaşlar olmuştuk.

Televizyonun henüz hayatımıza girmediği güzel, temiz zamanlardandı. Büyükler köşelerine çekilip günlük, gündelik olaylardan konuşurken, biz çocuklar ya masallar anlatırdık bir birimize, ya bulmacalar sorardık, ya cinlerden-perilerden bahsederdik ya da şehir fısıltılarını anlatırdık bir birimize.

Amcamın oğlu mezarlığı işaret ettiğini, parmağını ısırıp ayağının altına koymadığı için babaannemizin öldüğünü anlatmıştı birinde, abartarak!

Bir gün Tokat-Erzincan arasında bir trafik kazası haberi geldi. Mahalle sus-pus olmuştu.

Abim, babamın bize verdiği okul harçlıklarımızı biriktirerek siyah-beyaz bir futbol topu almıştı, babamın haberi yoktu.

Ben topun ortağıydım, parasının içinde benimde harçlığım vardı, hatta abimin parasından daha fazla! Buna rağmen abim arkadaşları ile top oynadıkları hiçbir oyuna beni katmaz, fazla ısrar etsem tekme-tokat döverdi. Kendisini çok sevmek gibi bir zaafım olduğunun farkındaydı ve abim bu zaafımı çok iyi kullanırdı. Annem-babam onu döver ya da ağır sözler eder, incinir korkusu ile dayak yediğimi hiçbir zaman onlara söylememiştim.


Abim akşamüzeri topu damın üzerindeki otların içine sakladı, görmüştüm.
Okulda topu alıp kaçacağım üzere hayaller kurdum hep, arkadaşlarıma topumuzu getireceğimi, mezarlığın yanındaki boş arsada top oynayacağımızı söyledim. Tüm çocuklar heyecanlanmıştı, yemek dahi yemeden, ailelerimize kütüphaneye gideceğimizi söyleyerek top oynamaya gidecektik.
Paydos zili çalar çalmaz Zeynebi beklemeden Şener ile birlikte eve koştuk. Yolda, okula giden abimin yanından rüzgâr gibi geçtik, aldırmadık bağırmasına. Önlüğümü, çantamı odaya koyarak damın üzerinden topu alıp söz verdiğimiz yere gittim. Bazı arkadaşlarımız evlerine dahi uğramadan okul kıyafetleri ile sahaya gelmişlerdi. Adam paylaşıp top oynamaya başladık.
Saatler geçmiş, hepimiz acıkmıştık, hem okul paydos olmak üzereydi, hele abim eve geldiğinde topu yerinde görmezse var ya…
Bir pozisyonda ortalık karıştı. Goldü-Gol değildi diye bir süre tartıştık, kim mızıkçılık yaptı bilmiyorum, oyun sona erdi, evlerimize gidecektik.
-Top nerede? Diye sordum.
Gülü teyzenin oğlu Şener topun gittiği tarafı gösterdi işaret parmağı ile. Mezarlığın içine girmişti top.
-Mezarlığı gösterdin… Dedi arkadaşlarımızdan biri.
Şener, hemen işaret parmağını ısırıp ayağının altına koydu, gözleri yaşarıncaya kadar ezdi parmağını.
-Oğlum, biz söylemeden yapmalıydın, artık sayılmaz, ailenizden biri ölecek.
Şener dondu kaldı olduğu yerde. Şener’in üzüntüsü çocukları çok keyiflendirmişti, bir birlerine bakarak gülüşüyordular.
Bir süre hareketsiz kaldı, sonra, o sözü diyen çocuğun boğazına sarıldı, bir eliyle boğazını sıkıp diğer eli ile öldüresiye vuruyordu. “Kimsem ölmesin… Kimsem ölmesin!” Diye bağırıyordu bir yandan.
Çocuğun dayak yediğine sevinmiştim, zaten Şener’in gücü yetmezse bende Şener ile bir olup dövecektim onu. Çocuk iyi bir dayak yedikten sonra kavgayı ayırdık. Şener sakin olamıyordu.
Eve doğru giderken okulun öğlenci öğrencileri için paydos zili çalıyordu. Şener, birden “Büleeeeeent… Büleeeeeent” Diye bağırarak okula doğru koşmaya başladı. Üzülmüştüm. Şener’in bağırmaktan neredeyse hançeresi yırtılacaktı. O anda o çocuğu öldüresim geldi, araya amcamın, dayımın çocukları girerek kavgamızı ayırdılar, topumu alıp Şener’in peşi sıra koşmaya başladım, ciğerlerim patlayacaktı neredeyse.
Şener’i ancak okulun önünde yakalayabildim, kardeşinin ismini bağırarak öğrencilerin içinde onu arıyordu. Deli olmuştu, ağlıyordu. Nihayet Bülent’te çıktı.
-Kardeşim neden bağırıyorsun? Yavaş ol biraz, beni utandırıyorsun.
O, kardeşine sarılmış, ağlamaları hıçkırık halini almıştı.
-Ölmeyeceksin değil mi? Ölmeyeceksin… Ölmeyeceksin…
-Neden öleyim Şener, nereden çıktı bu?
Ağlamaktan konuşamıyordu. Öğrenciler şaşkın bir çember oluşturmuştu etraflarında.
-Ne bileyim, demin mezarlığı gösterdim parmağımla, aklıma gelmedi ki parmağımı ısırıp ayağımın altına koyayım.
-Hay benim deli kardeşim dedi Bülent ve devam etti “ Sen halen bunlara inanıyor musun?”
O hiçbir şey demeden kardeşinin boynuna sarılmış ağlıyordu.
Ben onlara bakıyordum, içimi ezerek…

Babaları İsmet amca geçen yıl trafik kazasında ölmüştü. Gülü teyze, kardeşlerinin tüm ısrarlarına rağmen “İki çocuğumla kardeş evine sığamam” diyerek kardeşlerinin yardımını reddetmişti. Evde örgü örüyor, elişleri yaparak bunları satıyordu, bazen de evlere su taşıyordu parayla. Çok tanıdık ve samimi ailelerde arada bir yardım ediyordu. Arada bir para karşılığı ev temizliğine de gidiyordu. Çocuklarını kimselere muhtaç etmeden okutup, adam edecekti.
Gülü teyze dul kaldıktan sonra, daha eşinin kırkıncı günü çıkmadan kayınbiraderi evlerine çocukları bahane ederek daha sık gidip gelmeye başlamıştı.
Mahallede hiç kimse o adamdan hoşlanmıyordu ama o aile artık babasızdı, amca baba yarısıydı ve o adam onların amcasıydı, bir şey demiyordu. Bir yandan da bir kardeşin diğer bir kardeşin eşine kötü gözle bakacağına ihtimal vermiyor, bunun pis bir dedikodu olabileceğini düşünüyordu mahalleli, bir insanın bu kadar aşağılık olabileceğine inanamıyordu, biraz da bu yüzden suskun kalıyordu.

İki kardeş bir birine sarılarak çocukların oluşturduğu çemberi yarıp mahallemize doğru yürümeye başladılar. Bende arakalarınca…
Bülent arada bir kardeşinin saçlarını okşayıp, yüzünden öpüyordu.
Ne anlatıyordu Şener, Bülent’i böyle duygulandıran konuşma ne olabilirdi? Korkularını mı anlatıyordu, abisini nasıl sevdiğini mi? İçim acıyordu iki kardeşin o gün sergiledikleri dayanışmaya, babasızlıklarına ve içten içe korkuyordum bu çocuklar başaramayacaklar diye.
Sokağın başında durdum, bahçe kapısını açıp içeri giresiye kadar baktım arkalarından.

Kendi bahçemizden içeri girer girmez abim üzerime saldırarak annemin yün çırptığı kiraz dalı ile beni dövmeye başladı. Gerekçesi hazırdı; Topu izinsiz almıştım! Sanki izin istesem verecekmiş!
Top, o an için geçerli bir bahaneydi. Beni canı istediği her zaman döverdi, mutlaka bir bahane uydururdu!
Ne yapmalıydım ki abim beni sevmeliydi?
Bülent ile Şener’in az önceki bir birlerine sarılışları geldi aklıma.
Bizimde mi babamız ölmeliydi?
Babamız ölürse bizim annemizde mi evlere su taşırdı, temizliğe giderdi?
Hem biz kirada oturuyorduk. Babamız ölse paramız olmazdı, ya ev sahibi Hacı amca bizi evden atsaydı?
Acaba benim amcalarımda annemi rahatsız edermiydi?
Çok kötü şeylerdi düşündüğüm ama abimde beni zamanlı-zamansız, sebepli-sebepsiz dövüyordu. Usanmıştım.

Anneme-babama söyleye bilmiyordum dayak yediğimi, onu döverler ya da kötü söz söylerler diye korkuyordum.
Ne vardı sanki Bülent’in Şener’i sevdiği gibi sevseydi abimde beni? Hem ben Şener’in abisini sevdiğinden daha çok seviyordum abimi…
Başıma deyerek canımı çok kötü yakan çubuğun acısı ile düşüncelerimden sıyrılıp, kurtularak abimin elinden, mezarlığa doğru koşmaya başladım. Ne kadar mezar varsa hepsini gösterecektim işaret parmaklarımla!
Peki, ölen kim olsundu?
Abilerim? Allah göstermesin! Zaten iki abim ölmüş yetmez mi?
Annem-Babam? Hayırrrrrrr!
Küçük erkek kardeşlerim, kız kardeşlerim? Lanet olsun, nereden geliyor aklıma!
Ben ölüp kurtulayım en iyisi!
Keşke ev sahibimiz ölseydi, bahçede köpek saklamama izin vermiyor.
Hayır, o da ölmesin. O ölürse mezarını kazmak için ağabeylerimi de çağıracaklar. Birinde ev sahibinin kardeşi öldüğünde kıştı, abilerim de gitmişti mezar kazmaya. Yerler donduğu için kazılmıyormuş ve abilerim çok üşümüşler. Hem, baharda babam kendi evimizi yaptıracak, genişçe bir bahçemiz olacak. Ben istediğim kadar köpek saklayabileceğim, kız kardeşim çok sevdiği kediyi saklar, annem tavuk saklar. Ne kadar kaldı ki bahara?
En küçük dayım benim güvercinlerimi çalmıştı damdan, acaba o aileden sayılır mı?
Ya sayılmazsa?
Ne olacak peki? Benim de canım çok tatlı…
Köprünün üzerinde iki elimim işaret parmaklarını neredeyse kıracak gibi ezerek diğer üç parmağımın altına sakladığımı fark ettim, canım yanıyordu.
Ne kadar da doluydu bu mezarlık?
Ne kadar çok çocuk işaret parmağı ile mezarlığı göstermiş?
Ölen babaların, annelerin, kardeşlerin hepsinin günahını almış çocuklar, hepsinin ölümüne sebep olmuşlar. Keşke mezarlıklar çocukların görebilmeyeceği kadar uzakta olsaymış şehirlerden…
Annem-babam, kardeşlerim geliyor aklıma, hepsi toprağın altında! Ürperiyorum!
Bakışlarımı güç-bela kopartıp mezarlıktan, yüzümü mahalleye dönüp hızla evimize doğru koşuyorum. İşaret parmaklarım halen avuçlarımın içinde eziliyor. …
Okullar tatil olmuştu.
Mahallenin hanımları halılarını, kilimlerini faytonlara yükleyip, yıkamak için çaya gitmişler, çocukları da yanlarında. Çocuklar annelerinin gözetiminde soyunup suyun derin olmayan yerinde yüzüyorlarmış.

Gülü teyzede bir komşumuzun halılarını yıkamak için çaya gitmiş. Şener, diğer çocukların aksine yüzmüyor, aklınca annesine yardım ediyormuş.

Bir anlık dalgınlıktan olsa gerek akıntıya kapılarak suların içinde kaybolmuş. Annesi kendisini suyun içine atarak bata-çıka oğlunu kurtarmış, kıyıda Şener’i ayıltmışlar, ağzından çokça su akmış dışarı.
Mahalleye Şener boğuldu diye haber geldi.
Annem “Oyyy! Yazık yetimim, bahtı kara yetimim, şanssız Gülü, talihsiz Gülü” diye bağırarak tırnaklarını yüzüne geçirdi.
Kadınlar, kendilerini döve döve çaya doğru kaçıştılar.
Gülü teyze ile Şener’i gören kadınlar ikisini de kucaklayarak daha bir ağlamaya başladılar.
Olayı duyan amcası faytona binerek gelmiş.”Neden yardımlarımızı kabul etmiyorsun da üç-beş kuruş için gelip el-âlemin pisini-kirlisini yıkıyorsun? Bu çocuk senin yüzünden ölse senide, aileni de yakardım” diye Gülü teyzeye sinirlenerek onu ve Şener’i faytona bindirip hastaneye götürdü. Doktor muayenesinden sonra önemli bir şeyi yok diye evlerine yollamış doktorlar.
Güzelliği dillere destan olan Gülü teyzenin ıslanan elbiseleri vücuduna yapışarak hatlarını daha bir belirginleştirmişti. Şener’in telaşı olmazsa Gülü teyze katiyen bu halde hiç kimseye gözükmez, utanırdı.
Şener’i divana yatıran Gülü teyze elbiselerini değiştirmek için odasına geçmiş.
Bir süre sonra oda kapısının açıldığında kayınbiraderinin odaya girdiğini fark etmiş.

Şener’in acı bağırtısı mahalleyi ayağa kaldırdı.
Şivan koptu sokağımızda.
Ses sese karıştı.
Mahallenin kadınları bahçe içerisinde, sokakta deli tavuklar gibi; bağırarak, birbirlerine çarparak şuursuzca sağa-sola kaçışıyordu.
Biz çocuklar ne olduğunu anlamamıştık.
Ambulans sesi geldi,
Polis sirenlerinin sesi…
Sakinleşen kadınların bir kısmı bahçe kapısında toplandı, bir kısmı bahçe içinde; pencerenin önünde.
Bibim(*), evin içinde Gülü teyzenin ayaklarını kucaklamış havada tutmaya çalışıyor.
Polisler içeri girdiler.
Tavanın ahşaplarına başörtüsü ile kendini asmış olan Gülü teyzenin başörtüsünü keserek aşağı indirdiler. Yüzü-gözü kandan görülmüyordu, elbiseleri baştan aşağı kana bulanmıştı.
Cesedinin yanında dışarı çıkan polisin elinde bir mendil ile tuttuğu mutfak bıçağı vardı.
İki adam Şener’in amcasının cansız bedenini bir battaniye içerisinde ambulansa taşıdı, her tarafından bıçaklanmış, gözleri öküzgözü gibi büyümüş, dışarı fırlamıştı.
Benöyşe nene bayatı deyip ağlıyordu,
Kelbayı(*) Zehre Ambulansa götürülen Gülü teyzenin gözlerini kapadı dualar okuyarak.
Kelbayı Mesime ikisinin aynı ambulansa konulmasına itiraz ederek adamın cesedini ambulanstan indirttirdi.
Adamın karısı kadınların içinde adeta taş kesilmiş gibi dimdik duruyordu ve yavaş sesle fısıldıyordu “Yazık oldu Gülü’ye, Muğdet zaten pezevengin biriydi.”
Şener, Bülent’e sarılmış ağlıyordu.
Polis Şener ile Bülent’i arabaya bindirirken benim gözlerim Şener’in işaret parmağına takılıp kalmıştı.
Kimileri Şener ile Bülent'i dayıları alarak yanlarına götürdüğünü söyledi, kimileri ikisininde yetiştirme yurduna verildiğini...

Yaz bitmek üzereydi,
Biçin zamanıydı,
Hacı amca bahçenin köşesinde tırpanlarını eğeliyordu,
Ben, duvara dayatılmış tırpanların keskinliğine bakıyordum,
Birde iki elimin işaret parmaklarına…



asivemavi36 – Kırlangıç Hatıraları


Bibi : Babanın kız kardeşi

Kelbayı: Şii mezhebinde dini bir makam

2 yorum:

  1. Mersin'de köylü kadınların öykülerini tiyatroya aktarışlarını anlatan belgeseli izledim geçenlerde.İyi ki öyküler yazıp haksızlığa uğramışlığın dili oluyorsun.Emeğine sağlık.

    YanıtlaSil
  2. söz vermiştiniz.. Böyle şeyler yazmayacaktınız..
    Canım yandı kırlangıç.. Sorma neden ama çok yandı ..

    YanıtlaSil